Onu hep vatan ve millet sevdalısı duruşu ile hatırlıyoruz.
Güncelliğini hiç kaybetmeyen yazılarıyla yaşamaya devam ediyor aslında...
Bugün köşe onun...
Özlem ve saygıyla...
Parolamız: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet...
Gezi darbesi ve 17/25 Aralık sürecinden beri, paralel örgüt ve iç/dış ittifaklarının, devletten bir pay kapmaktan ziyade, bir iç işgal projesini gerçekleştirmek istediklerini yazmıştım.
Belki sizi biraz sıkmış bile olabilirim.
Diğer terör örgütleriyle, iç/dış medya ile kurdukları ittifak ile adım adım, Türkiye'nin seçilmişleri, atanmışları ve toplumsal barışını parçalamaya dönük çok yönlü bir işgal sürecine girişilmişti.
Bunun ilk safhasını Tanzimat döneminde gerçekleştirdiler. 1870'lerde oluşan bürokrasi, siyasi partiler, münevverler ve medya, tamamen Batı kontrolünde yetiştirilmişlerdi. Bugünkü eğitim sistemimizin temelini, Fransız Eğitim Bakanı Durrey bir nizamname şeklinde Bab-ı Ali'ye sunmuş ve uygulanmıştı.
Ancak bu ağır Jakoben/Batıcı mühendislik, çoğunluğu inançlı Müslüman halkı tam dönüştüremedi.
Dolayısıyla, muhafazakâr çoğunluğun zihinlerinin, nesillerinin ele geçirilmesi, sivil/askeri bürokrasiye bunların hâkim olması daha münasip görülmüş olmalı. Gülen örgütünün eğitim ve dini kurumlar üzerinden başlattığı hareketin gerekçesi budur.
Daha sonra, Tanzimat'ta fethedilmiş, devşirilmiş Batıcı kesim ile Gülen üzerinden devşirilecek muhafazakâr kitle ile birleştirilecek, Türkiye tamamen üst aklın kontrolüne alınacak, tam sömürge haline getirilecekti.
Peki, 15 Temmuz gecesi yaşadığımız felaket neden gerçekleşti?
Hayatın mühendislikler tarafından kontrol edilemez alanında, bir Kasımpaşalı, Recep Tayyip Erdoğan, bu 200 yıllık böl/yönet mühendisliğinin tüm planlamalarını bozacak birleştirici bir liderlik ortaya koydu.
Gezi darbesinden beri sosyolojik, organik, bütünleştirici ve kurucu bir lider olarak Erdoğan'ın nasıl tarihi bir rol oynadığını anlatmaya çalışıyorum.Onu dar bir çerçeveye hapsetmeye çalışanlara inat, ona diktatör, otoriter, ataerkil diye operasyon çekenlere inat, bilakis, onun 79 milyonun lideri olduğunu, sahanın kasti yanlış ölçüldüğünü, Erdoğan'ın yüzde 52 ile bile sınırlanamayacağını anlatmaya çalıştım.
15 Şubat gecesi, devlet tüm kurumları ile işgal edilmeye çalışılırken, Başkomutan kendisine doğru yaklaşan suikast timine rağmen çok zor şartlarda ordusuna talimat verdi ve tüm millet sokağa döküldü.
Türkü, Kürdü, Lazı, Boşnağı, Arabı, Romanı, Sünnisi, Alevisi, Müslimi/Gayrımüslimi, kentlisi, köylüsü, kadını, erkeği, yaşlısı çoluk çocuğu...
Bu ülke 15 Temmuz gecesi işgal edilmediyse, iç savaş üzerinden parçalanmadıysa, en hafif olasılıkla 100 yıl sürecek bir esaret dönemine girmediyse, bunun nedeni, milli ve yerli bir anlayışla yan yana gelmemiz, bu yan yana gelişi Erdoğan'ın 15 yıllık emeği ile bütünlüğe ulaştırmış olmasındadır.
Biz, çaresizliği, bize dayatılmış kompleksleri reddetmeyi, diklenmeden dik durmayı ve demokratça direnmeyi kendisinden öğrendik. O da milletinden güç aldı.
Artık sorumluluğumuz çok daha büyüktür. Bu milletin tüm fertleri olarak çocuklarımıza böyle bir kâbusu bir daha yaşatmayacak bir Türkiye kurmak zorundayız. Bunun dinle, mezheple, siyasi görüşle ilgisi yoktur.
Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet; parolamız budur. Bizi birleştiren şey demokratik olgunluğumuz ve kurşuna kafa atan, tankın üzerine koşan benzersiz yurtseverliğimizdir.
Bu eşsiz milletin bir ferdi olmaktan ne kadar gurur duysak gerçekten azdır.