Geçtiğimiz günlerde Soner Yalçın'ın Sivas Katliamı'nı anlatan 'Menekşe'den Önce' adlı belgeselinin ilk gösterimine gittim.
Gösterim öncesi salon dışında arkadaşlarımla beklerken yanımızda oturan bir kadın, 'Serdar Bey, siz de Kemal Kılıçdaroğlu için mi geldiniz?' dedi. Ben de gayri ihtiyari, 'İşim olmaz...' dedim.
Biraz da tersleme gibi algılanan bu yanıtım üzerine aynı kadın, 'Ne demek istiyorsunuz? Sizin siyasi bir görüşünüz yok mu? Ne biçim gazetecisiniz?' dedi.
'Siyasi partilere inanmam. Hele siyasetçilere hiç... Bir gazeteci olarak oy vermeyi bile doğru bulmam' dedim.
Sonra ilk başta kulağa saçma gelen bu diyalog üzerine düşündüm.
Gazetecilik nedir? Benim nazarımda profesyonel serseriliktir.
Biz izme inanamamaktır. Takım tutamamak, hiçbir kampa ait olamamak.
Belki de bu nedenle siyasi görüşümü soranlara, 'Anarşistim' diyorum.
Hatta daha da seyreltip, 'Stirner...' diyorum.
Dini görüşümüz soranlara da, 'İslam' diyorum.
'La ilahe illallah'ı inanarak söyleyen bir insanın bir siyasi görüşe, bir güç odağına, bir lidere biat etmesi mümkün müdür?
Bugün bizi çevreleyen siyasi sosyal kültürel egemen yapıya baktığımda muhafazakarlık değil, zavallı bir mediokrite görüyorum.
Hoca Ahmet Yesevi'den, Pir Sultan'dan, Mevlana'dan, İbn ül Arabi'den, Yunus'tan zerre nemalanmamış. Anadolu'nun mayasını kirleten ve bozan ve maalesef daha da bozacak yığınlar görüyorum.
O gün o salonda Kılıçdaroğlu'na yağcılık yapacağım diye salonu dolduran yüzlerce bindirilmiş CHP kıtası neyse, AKP'nin stat dolduran kıtalarında da bu bozulmuşluğu görüyorum.
Siyasi meselelerde bugüne ve geleceğe dair elbette herkesin bir tercihi ve kendisine yakın bulduğu söylem vardır.
Kastım bu vasatı eleştirmek değil.
Kastım içinde bulunduğu veya onayladığı sisteme eklemlenen bireyin nefsini düşünerek bu tercihi yapması.
İster bir cemaat içinde, ister bir siyasi parti içinde, ister hangi adla anılırsa alınsın bir kolektif içinde olanların zihni ve vicdani bağlanmışlıklarının samimiyet eksikliğinden bahsediyorum.
Bunun adı ister bir korku, ister bir aidiyetten güç alma ihtiyacı, ister salt çıkar uğruna ikiyüzlülük olsun insanı eksilttiğini görüyorum.
Yıllar önce benim için 'Bir baltaya sap olamayacak bu çocuk' diyenlerin neden haklı olduğunu artık daha iyi anlıyorum.
Sanırım hayatta en doğru yaptığım şey profesyonel serseri olmaya karar vermek oldu.
Bugünün değerlerine göre kaybeden, ait olmayan, ıstırap çeken...
Mayanın bozulmasını fark eden.
Ve bunu ifşa ettiği için huzur duyan bir gönül.