Misafirim geçenki buluşmamızda insanın ilahi ziya (ışık) ile ilişkisinin Ay'ın Güneş'le ilişkisine benzerliğinden bahsetmişti ya bu kez ben de 'Şehir kavramının kasaba anlamındaki şehir isimlendirmesi ile de bir ilgisi var mı?' diye sordum.
'Evet!' diyerek derin bir nefes aldı ve devam etti.
'Malum nüfusu yüksek yerleşim birimlerine de şehir denmektedir. Zira kamerin (Ay küresinin) Güneş'ten yansıyan tüm hilalleri toplaması ve insanın ilahi nazardan aldığı ziya ile tüm insani halleri, alımları toplaması gibi her bir şehrin de kurduğu fırsatların çokluğu ile tüm insani hayat ve davranış tarzlarını toplaması beklenir. Bu yüzden şehir adını almaya hak kazanır. Şehrin yarattığı fırsatların bereketi sunduğu meydanların adaletinden kaynaklanır. İşaretten anlıyorsan bunu Kur'an'dan duy: 'Eşşemsü vel kameru bihüsban. Yani Güneş ve Ay bir hesap ile birliktedir.' Şehirde meydan meydan adalet varsa, her evi, her sokağı, her caddesi insanlıktan taptaze tecellilere şahitlik eder, mekan olur. Köy olmaktan kurtulur. Zira köyde kalmak o mesnevi sahibinin dediği gibi küfre yakınlıktır. Zira gelişme ve değişme fırsatlarından yoksundur.
Şehrin sunduğu fırsatların çeşitliliğinde ve adaletinde süreklilik git gide yeni hayat tarzlarının doğumuna belki de yeni medeniyetlere kaynaklık eder. Mükemmeli de nedir biliyor musun? İlahi nazarla tüm insani halleri özgürce toplayan, o gümüş bedenli insanlardan oluşan adil şehirlerin varlığı! Böyle bir şehre doğmak, böyle bir şehirde yaşamak ve böyle bir şehirde ölmek. İşte baht budur. Yaşayanları birbirleri indinde emin (yani mümin) ve ancak Hakk'a teslim (Müslüman) olurlar. Ve onları karşılıklı rıza ile aynı hayata toplayan bir şehir, işte Ramazan şehri. Her bir mümin ve Müslüman'ın halihazırda yaşadığı şehirde bedenini açlık ve susuzluğa salarken açlığını ve susuzluğunu çektiği ve kurulabilmesi için hayatını adadığı şehir.'
'O zaman bu temsilde de şehrin adaletini Güneş'e, insanları ise Ay'a benzetiyorsun. Güneş ulaştığı her şeye ısı ve ışığını adaletle ve eşitlikle sunduğu gibi şehir de tüm fırsatlarını tüm insanlara adaletle sunduğu zaman gerçek bir güneş oluyor.' dedim.
'Evet!' derken karşılıklı gülümsedik.
Böyle şehirlerin kurulabileceğine olan ümidimin yeniden yeşermesinden kaynaklanan gülümseyişim çok geçmeden yerini yeniden endişeye bıraktı. Zira madem bu adalet şehirleri gerçekten mümin ve gerçekten Müslümanların şehirleri olacak peki nerede bu müminler ve Müslümanlar. Fark etmeden bu düşüncemi misafirimin duyabileceği şekilde mırıldanmış olacağım ki başını kaldırıp yaklaşan sahur vaktinin ve dolunayın açtığı uçsuz bucaksız ufka baktı. Bakarken dilinden şunlar döküldü; 'Sıradan şehirlerde yaşayanlar çevresinde her türlü davranışla karşılaşır. Ve insan Kur'an'da, 'Size Kısas yazıldı' ayetinde belirtildiği üzere karşılaştığı her davranışa misli ile karşılık vermek ister. İyiliği iyilikle ve kötülüğü kötülükle karşılamak herkesin yaratılışında hazır bulunan kuvvetli bir davranıştır. Karşılaştığı davranışlara misli ile karşılık vermeye dalıp, davranışlarında hüsrana batmış olarak, kötülüklere batmayı yenmek büyük mücadele, bir başka ifade ile cihad-ı ekber gerektirir. Bu cihadı yapanlar ramazanda nefsine ve ruhuna savmı (orucu) seçen, karşılığını sadece Allah'tan umarak, çeşitli şehvet ve lezzet işlerinden uzak durduğu gibi söz, tutum ve davranışlarında da Hakk'a adananlardır. İşte şu alelade şehrimize ramazanı davet ancak bu erlerin işidir. Onlar etrafımızda olduklarında şehrimiz ramazan olacaktır...'
Ümit içinde endişe, endişe içinde ümidi yaşamak ben buna derim. Siz ne dersiniz?