İslamiyet'te haram aylar savaşın yapılmadığı, tüm dinlerden insanların bir arada barış içinde yaşadığı aylardır. Böylesi gerginlik dolu bir süreçte ne yazılabilir diye kendi kendime sordum ve aylar önce bu köşeden yazdığım bir yazıyı hem kendime hem sizlere hatırlatmak istedim. Ayna sanki tam da bu aylar için kaleme alınmış bir yazıydı.
(...)
Bir şeyin kendi benliğini kendi nefsiyle görmesi, o şeyin kendisini ayna gibi bir başka şeyde seyretmesine benzemez. 'Çünkü bakanın kendi nefsi kendisine bakılan mahallin verdiği surette görünür.'
Önüme bu cümle düşünce döndüm ve sordum misafirime, 'Bu cümleyi açar mısın?'
'Düşün şimdi bir ayna var. Karşısına geçiyorsun ve bakıyorsun. Diyorsun ki. 'Bu benim.' Peki kendini o şekilde görmeyi sana ne sağladı? Ayna sağladı. Ayna hem bir fırsat verdi hem bir sınır çizdi. Kendine ait olanın o kadarını görebildin. Bu farkı şuradan da görebilirsin. Aynayı az cilala veya çok cilala. Kaldı ki bunun da sınırı yok. Cilanın da cilalısı vardır. Aynadaki sır mertebesi senin kendini görmene bir fırsattır. Ama her mertebede gördüğün gene sensin. Ayna tek bir ciladan ibaret olsaydı sen de kendini tek bir suretten görecektin. İşte biz birbirimize aynalarız. Kimimizin sırrı kalın kimimizin sırrı ince. O kadar çokluk halindeyiz ki. Cins cins, ebat ebat birbirinden tamamen farklı formlarda o kadar çok ayna var ki. Sırları farklı, cilaları farklı. Zira değişik şeyler toplayarak bir kıvam oluşturmuşlar. Bakarken gördüğümüz aslında mertebemizdir. 'Anladım' demek budur. Kendimden görebildiğim bir mertebe. İki şeyin birbirinden ayrışması ve yeniden buluşmasındaki sır buradadır. Hem senin görme kudretin hem de o aynanın sana verdiği fırsatın kesişmesi; fırsatı vermesi, mertebesi... O kesişim sana kendine ait bir görüş sunar. Halbuki baktığın sen değilsin ki. Sen onda sende bulunan kadarını görüyorsun ya da onun sana sunabildiği kadarını görüyorsun. O halde biz birbirimize aynalarız. Birbirimizde gördüklerimiz mertebelerimizdir.
İki insanın birbirini mutlak anlaması diye bir şey olamaz. Bunlar bilme fırsatlarıdır.'
Gülümsedim, 'Buraya kadar tamam... Tamam, da o halde iletişim ve etkileşim nedir? İnsanların birbirlerine ayna olması bir imkansa bu nereden doğuyor?' dedim.
Misafir gene ufka bakarak usul usul anlatmaya başladı:
'İnsanların asliyetinden doğar. Herkesin tek bir nefisten olmasındandır. Zira herkesin batını tek bir denizdir. Sende sanat, sende güzellik, sende de merhamet var. Bende aynı sıfatlar, isimler var... Haa, sende merhamet üç gram, güzellik beş gram. Bende ise merhamet on gram, güzellik iki gram... Herkesin toplamda ulaştığı kıvam farklı farklıdır.
İşte bu kıvam farkları aynaların sırlarının mertebelenmesidir. Yoksa hepsi aynı denizden.
Kişilerden aşikar olan tüm belirimleri varlıktan geri toplasak saf güzellik ve saf merhamet olacak. Allah ve isimlerinden başka bir şey kalmayacak. Halbuki biz Allah'a aynalar olmuşuz. Allah ise ortaya yüzlerce ayna koymuş bir güzel misali, canı çektiği gibi salınıp, değişik zaviyeden, cins cins, tür tür farklı aynalardan kendi güzelliğini izler. O halde aynadan bakan da O, ayna da O. Allah her insanda ve her insandan kendi tecellilerini, ayrı ayrı seyretmektedir.
Aşikarlık teklikten çokluğa gitmektir.
Düşüncede de böyledir.
İnsan anlamak için parçalar. Birleştirerek toplayarak anlayamazsın.
Bereket çokluğun eseridir.
Tektipleştirdikçe kısırlık doğar.
Herkese kendini ifade etme fırsatı verdikçe çokluk berekete döner.
Daha çok netleşir, belirginleşir.'