Adli yıl açılışı törenleri 1943 ile başladı.Neden o vakitte başladığını, daha önce neden böyle bir ihtiyaç duyulmadığını bilmiyoruz. Meşruiyet için başka hiç bir bileşene ihtiyaç duymayan dönemin tek parti diktatörlüğünün süregiden İkinci Dünya Savaşının meydana getirdiği sıkıntılar nedeniyle yargının da hükümeti destekleyen konuşmalarına ihtiyaç duymuş olması muhtemeldir.
Halil İbrahim Özyörük Yargıtay Başkanı olarak ilk adli yıl açılış konuşmasına “Müsaade buyurunuzda, sözlerime başlarken buradan, Cumhuriyet Hükûmetimizin beni, sayın Temyiz Heyetinin en yüksek mevkiine getirmekteki lu¨tu^fka^r teveccühünden ötürü duyduğum bahtiyarlığı ve şükranı da arz edeyim” şeklinde bugün pek yadırgayacağımız türden bir özgüyle başlamasının nedeni belki bu, belki de zaten dönemin yargısının ideolojisinin bunu gerektirmesi...; kesin bir yargıda bulunmak güç. Yine de konuşmanın tamamında dönemin tek partisinin attığı bütün adımların, özellikle hukuk politikasına ilişkin tercihlerin büyük bir özgüyle gerekçelendirildiğine şahit oluyoruz.
Yargıtay Başkanının sonraki yıl açılış konuşmasındaki şu ifadeler de dikkat çekici: “Bu tatlı hatıraların en nadide ve en çok gurur verici olanı, Milletimizin Büyük Şefi'nin Temyiz Mahkememizi ziyaret teşkil ediyor. Bu suretle hadiseyi Temyiz için uğurlu bir devir başlangıcı saymaktayız... Ve çünkü biz biliriz ve takdir ederiz ki, Devlet reisinin, bu işe gösterdiği yakın ve sıcak ilgi, milletçe yükselme yolunda bulunduğumuzun müsbet ve münakaşa kabul etmez delili ve teminatıdır.”
1949 yılındaki açılış konuşmasına bakalım: “Yargı erki, başlı başına mevcut ve bağımsız bir kuvvettir. Onun bu bağımsızlığı, Devlet içi diğer kuvvetlere zıd bir varlık olması demek değildir. Bilâkis diğer kuvvetlerin gereği gibi is¸ görmesini kolaylaştıracak bir istikrar unsuru olacağı demektir.” Evet yargı bağımsız olacak. Ancak bu bağımsızlık denge ve denetim aracı olmaktan çok, yasama ve yürütmenin gereği gibi iş görmesini kolaylaştırma amacına özgülenecek.Ancak itiraf edelim, bu övgüler dışında Yargıtay Başkanlarının konuşmaları tamamen hukuki bilgilendirme ve değerlendirme çabalarını yansıtıyor. Bu hassasiyeti de sonraki kaybettik, ve halen kazanabilmiş değiliz.
1950 yılına gelelim. 14 Mayıs seçimlerinde CHP iktidarı Demokrat Partiye kaybetmiş. Yeni Yargıtay Başkanı Mustafa Fevzi Bozer. Adli yıl açılış töreninde Yargıtay Başkanı sözlerini şöyle tamamlıyor: “Yargıç var, güven ile göğüslerini şişirerek hükümdarlarına meydan okuyan Milletler her zaman medeniyet sahasının ön safında yer alacaklardır. Millete bu ruh haleti yaratmaya muvaffak olan yargıç, millete bu ön safdaki yeri hazırlayanların başında gelir. Bu mazhariyete ermek adli^ hayatımızın son gayesi ve yegâne şeref pâyesidir. Salim vicdanlarınızın bütün heyecaniyle bu gayeye doğru yürürken hepinize parlak başarılar dilerim.”
Meydan okumalar ve iktidarlara yargı bağımsızlığını hatırlatmalar sonraki yıllarda konuşmaların tamamını doldurmaya başlıyor, hukuki analiz ve değerlendirmelere pek tabii ki yer kalmıyor.
Değişen ne?
1949 ve öncesinde yargı tarafsızlığından herhalde hiç kimse söz edemez. Yargı Mahmut Esad Bozkurt’un söylediği gibi “devrimleri hayata geçirmek Türk yargısının yegane gurur kaynağı” olabilirdi. Yargı politik bir misyon aygıtıydı. İşte 1950’de bu misyona uzak bir siyasi hareket iktidara gelince işte o zaman yargı bağımsızlığı hatırlandı. Yargı bağımsızlığı hükümetlere meydan okumanın hukuki kılıfı olarak işlev gördü.
O günden bu güne kadar çok şey değişti mi?
En azından bazı figürlerin misyonerlik gayretlerini devam ettirdiğini görüyoruz.
Ama yargı böyle bir şey değil.