AGİT seçim gözlemci heyeti bir ön rapor yayınladı. YSK da bu rapora yönelik bazı itirazlarını kamuoyuyla paylaştı.
Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi, AİHM yargılama yetkisini tanıyan ve bu çerçevede kendi iç hukukunu AB standartlarına yaklaştıran bir ülke olarak Türkiye’nin seçim hukukunun da bu standartlara yakın olması gerekir. Bu çerçevede AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi’nin gözlemci heyetiyle bu süreçte işbirliği olumlu bir nokta.
Lakin ön rapor çok sorunsuz değil. YSK’ya dair olanlar bir yana, bu sorunlardan bazılarına değinelim:
1- Metodolojik olarak sorunludur. Raporun tümünde “yasal çerçevelerin belirsizliği”nden söz edilmektedir. Yasaların en temel özelliği soyutluklarıdır. Detayları yönetmelik ve içtihatlar belirler. Esasen Avrupa standartları açısından Türkiye, yasaları çok detaylı olması nedeniyle eleştirilmeliydi.
2- İfade özgürlüğüne ilişkin yasal çerçevenin sınırlamalar getirdiği ifade edilmektedir. Sınırlaması olmayan ifade özgürlüğüne hiç bir demokraside rastlanmaz. Ama bunun ötesindeki sınırlamalardan söz edilecekse somutlaştırılmalıdır. Oysa Raporda “Anayasanın ilk üç maddesi”nin doğrudan ifade özgürlüğünü baltaladığından söz edilmekte. Ki bu oldukça yüzeysel bir yaklaşıma işaret ediyor. Tüm tutuklu gazetecilerin “gazetecilik” faaliyeti nedeniyle tutuklu olduğu algısı da gerekçesiz bir şekilde rapora yedirilmiş vaziyette.
3- Seçimlerde tarafsızlığın sağlanmasına dair yeterli yasal çerçeve olmadığından söz ediliyor. Yasal çerçeveyi somutlaştıracak olan YSK kararlarıdır.
4- Anayasa gereği YSK kararlarına karşı yargı yolu kapalı ise, AYM’nin bu yöndeki müracaatları reddetmiş olmasının bir sorun olarak dile getirilmesi çok anlamlı değil. Kaldı ki YSK yargıçlardan kurulu bir kuruldur ve iç itiraz mekanizmaları yargısal usullere göre yürütülmektedir.
5- 1982 Anayasası’nın askeri darbe ürünü olduğu belirtilmiş, ancak oradaki özgürlüklere ilişkin yasaklamaların 30 yıllık sürede ayıklanmış olduğu gerçeği unutuluyor. Siyasal rejim değişmedikçe bunun sadre şifa olmayacağını teslim etsek bile, eğer heyet “yasal çerçeve”den, yani teknik hukuki bir değerlendirme yapıyorsa, bu gerçeği atlamamalı.
6- Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu’nun kamuoyunun ve muhalefetin desteği alınmadan yapıldığından söz ediliyor. Kuşkusuz bu Türkiye’de yasamanın genel kültürel bir sorunudur ama bu yönde bir anayasal zorunluluk olmadığı aşikâr. Bir yasal tercihe, muhalefet, kategorik olarak karşı ise, hiç bir şartta o katkı sağlanmaz. Katkı ile yasama iktidarının paylaşılması farklı hususlar.
7- Rapor, YSK kararlarına karşı yargı yolu açık olmamasını sorun olarak görüyor. Görüşünü ise 1990 AGİT Kopenhag Belgesi’nin 5.10. no’lu paragrafıyla gerekçelendiriyor. Oysaki bu belge yargısal denetimden değil, etkin itiraz yolundan söz ediyor. YSK’da ise her dört kademenin dördünde de etkin itiraz mekanizmaları vardır ve on yıllardır etki bir şekilde işlemektedir.
8- Rapor bireysel başvurunun adeta yeterli güvenceyi sağlamadığını ima ediyor. Bireysel başvuru yolunun koşulları ve sınırları bellidir. Ön incelemede verilen ret kararlarının gerekçeli olma zorunluluğu da yoktur. Bu sadece Türkiye’de değil tüm Avrupa ülkelerinde de böyledir. Bunu dahi sorun olarak sunmak çok anlamlı değildir.
Raporun geneli, analitik yaklaşımda sorunlar bulunduğu kuşkusu uyandırıyor. Ancak ön raporların nihai görüşleri yansıtmadığı da bir vakıa.
Yine de AGİT yetkililerinin raporlama yaparken Türkiye’deki irrasyonel siyasal davranış biçimlerine karşı biraz daha dikkatli olması ve AB ülkelerindeki uygulamalar ve genel ilkeler ışığında değerlendirmelerini sonuçlandırması beklenir.