Daha İnternet'in ilk yıllarında, ilk haber sitelerinden slate.com bir dönem paralı abonelik sistemine geçti. Ve sadece okurlarının katkılarıyla kar etmeye başladı. Her şey iyiydi hoştu ama sadece karlılık Slate'teki gazetecilere yetmez oldu. Yazdıkları sadece 20 bin kişi tarafından takip ediliyor, o 20 bin kişi arasında konuşuluyor ve İnternet'e yazmalarına rağmen etrafları abonelik duvarlarıyla örülmüştü. Bir türlü bu engeli aşamıyorlardı.
Slate, mecburen bedavaya döndü ve milyonlarca ziyaretçisiyle dünyanın en iyi yayın organlarından birine dönüştü.
Rupert Murdoch'ın 100 kişilik The Daily yazıişleri bir süre sonra bunun benzeri sıkıntıları çekmeyecek mi?
Orada çalışanlar bir süre sonra sadece iPad kullanıcılarına hitap etmekten sıkılmayacak mı? Alıntılanmak istemeyecekler mi, yazdıklarının sosyal medyada paylaşılmasını, kulaktan kulağa konuşulmasını arzulamayacaklar mı?
İlk büyük problemi bu The Daily'nin.
İkincisi, tıpkı bizdeki 'yeni' Radikal gibi:
Dergi mi gazete mi belli değil. The Daily sadece iPad ortamından yayın yaptığından yazılar epey kısa, ekrandan okumaya uygun. Ama elinizde tuttuğunuz şey de gazete değil.
Ünlü iletişim bilimci Marshall McLuhan, farklı 'medium'ların farklı amaçlara hitap ettiğini söylemişti yıllar önce: Televizyon sadece eğlenceye yönelik bir 'medium' olduğundan doğası gereği yüzeysel kalmak zorundaydı. Bu yüzden de büyük gelişmeler bile TV haberlerinde bir-iki dakika içinde, altına müzik döşenerek, eğlenceli ve ilgi çekici bir halde verilmek zorundaydı. Öte yandan, gazete dediğimiz olay olduktan bir gün sonra çıkan ve ayrıntılara yer veren bir araçtı.
Bu teori bugün de hala sarsılmamış durumda. Televizyonda sadece haberdar olduğunuz bir konu hakkında bilgi almak için gazetelere başvuruyorsunuz.
The Daily da 'gazete' olma iddiasında çıkıyor: Bir web sitesi değil. Zaten hazırlanışı da bir gazete gibi. Gün içinde güncellenmiyor, bitirilen gazete matbaaya yollanacağına iPad ortamına aktarılıyor o kadar. Kağıdın yerini iPad alıyor kısacası. Ancak haberler İnternet sitesine uygun kısa yazılmış, elimizde tuttuğumuz herhangi bir gazete daha tatmin edici.
Sürekli güncellenmemek The Daily'nin en büyük handikapı: Elektronik ortamda eski gazete mantığını işletirseniz geri kalırsınız, nitekim ilk gün The Daily de 'eski' kaldı.
Bu da ortada çelişkili bir durum yaratıyor: Gazeteyi mi tercih edersiniz, iPad'i mi? Yoksa iPad yerine haber sitelerine mi bakmak istersiniz? Zaten Murdoch'ın en büyük rakibi de geleneksel gazete değil, İnternet siteleri. Çünkü The Daily en azından şimdilik sadece bir site alternatifi olmuş. Kaldı ki içinde bir tek özel haber, bir tek dosya, bir tek 'bomba' yok.
Hem birçok haber sitesinin ve gazetenin iPad'e özel uygulamaları The Daily'den çok daha tatmin edici.
İşin ilginci, Amerikan medya eleştirmenleri bu sorunları daha The Daily fikri açıklandığında teşhis etmiş ve söylemişti. Ne dedilerse teker teker çıktı.
Rupert Murdoch'ın biyografisini de yazan medya eleştirmeni Michael Wolff önceki gün The Daily'nin ilk 'düzenli' okuruyla röportaj yapmak istediğini yazdı: Tabii öyle biri çıkarsa. İlk gün hevesle indirdiğim The Daily'e şimdi bakmak içimden gelmiyor bile. 'Merak unsuru' yoksa bu gazete nasıl tutar?
Murdoch'ın bu hevesinin üç ayda geçmesi bekleniyor. İşe alınan 100 gazetecinin akıbeti ise bilinmiyor.
Sana ne!
Genç bir kadın, kendi rızasıyla bir başkasının evine gidebilir. İstediği saatte gider. İstediği amaçla gider. İster hamile olur, ister olmaz. İster evlidir, ister bekar. İster sevgilisi vardır, ister yoktur.
Bundan sana ne?
Kendi kararlarını verecek yaşta olduğuna göre sana karışmak mı düşer?
Sana bu ahlak bekçiliği, 'İffet teyze'lik hakkını kim veriyor?
Ve ona buna akıl öğretmeye kalkan, 'Şunu yapsaydın yaşardı, neden ambülans çağırmadın, neden bunu yapmadın' diye yargılamaya kalkanlar, akıl öğretmeye kalkanlar.
Kim senin aklını ne yapsın?
İnsan panikleyebilir, beklemediği bir olay karşısında akıl tutulması yaşayabilir, şoka girebilir, eli ayağı birbirine dolabilir, karşılaştığı olayın şiddeti karşısında ne yapacağını bilmeyebilir. Bütün bunlar onun insani duygulardır.
Aynısı senin başına gelse nasıl davranacağını biliyor musun? Nasıl kendinden bu kadar eminsin?
Sana mı kaldı ondan hesap sormak?
***
Bu ikiyüzlülüğü, sahte ahlakçılığı, kendi hayatlarına bakmadan başkalarını yargılayanları gördükçe utanıyorum. Utanmak, kullanabildiğim en kibar ifade.
Bir de, bu polisi anlamaya çalışıyorum. Nasıl bir şebeke, nasıl bir sistematik örgütlenme ki Kerem Altan'ın polise verdiği ifade hemen ertesi gün sızdırılıyor?
Ey film şirketi, titre ve kendine gel
Geçenlerde Kanat Atkaya da yazdı: 'Vizyona girdi de biz mi izlemedik' diye... Film şirketleri o kadar atıl, o kadar yavaş çalışıyor ki merakla beklenen yapımları bir türlü vizyona sokmuyorlar. Onların akılları başlarına gelene kadar da korsandan herkes izlemiş oluyor tabii.
Bu yıllardır böyle... Film şirketi uyanacak da, aklına gelecek de, aylar sonra vizyona sokacak biz de bekleyeceğiz...
Haftalardır doğru düzgün bir tane film vizyona girmiyor İstanbul sinemalarında. Bir 'Biutiful' belki, o kadar. Ne 'Black Swan', ne 'King's Speech' ne de 'The Fighter.' Amerika'da ta kasım ayında gösterime giren '127 Hours'u da daha bekleyeceğiz. Ama ne istemediğiniz kadar dandik Türk filmi var.
Olmasın demiyorum, ama hepsi birden olsun bari.
Böyle böyle yaparak insanları sinema salonlarından soğuttunuz, bir de gideni yarım saatlik reklamlarla pişman ettiniz.
Şimdi de korsan film izleyenlere çatıyorlar. Onun yerine kendilerine kızsalar ya...
Bu filmleri izlemenin tek yolu korsan da değil; hız çağındayız artık, İnternet var, İnternet'te yasal olarak izlenecek pek çok mecra var: Netflix, iTunes...
Birkaç hafta önce vizyona giren 'I am Love' aylardır Netflix'te mesela.
Kimsenin film şirketlerinin ve sinemaların keyfini bekleyecek tahammülü yok.
Biraz da sinemalar artık semtlere ve hedef kitlelerine göre ayrışsınlar artık. Her film, her sinema salonunda girmek zorunda değil. Mesela 'Kutsal Damacana'yı G-Mall kabul etmesin, Cevahir'de gösterilsin...
Bu ayın sonunda Oscar ödülleri var ve aday olan 10 filminden çoğunu vizyonda izleyemedik. Ben bazılarını izlememeye ısrarla dayanıyorum, bazılarını ise izlemediğim için resmen arkadaş sohbetlerinde geri kalıyorum.
Tam bir kullanışlı gazeteci
Önce Mehmet Baransu diye bir 'gazeteci' çıkardılar piyasaya... Şimdi bir tane daha buldular; ne tesadüf ki o da Taraf yazarı. Demek ki bu gazete sadece 'belge üretme merkezinden' değil, 'tetikçi fabrikası'ndan da hizmet alıyor.
Bu fabrikanın son buluşunun adı Metin Altınok.
Kim bu adam ve nereden çıktı? Nasıl televizyonlara, tartışma programlarına çıkıyor, 'bilirkişi' olarak fikir beyan ediyor? Piyasaya bu adamı kim sürdü, kimin üzerinden oynanıyor bu oyun?
Size onun sicilini anlatayım.
İki sene önce... Bir gün odatv.com'un telefonu çalıyor. Karşıdaki ses odatv'yi ne kadar beğendiğini, gazetecilik duruşuna hayran olduğunu anlatıyor ve bir yazı yazmak istiyor. O aralar Birgün'de de yazıları yayımlanıyor. 'Madem Birgün yazarısın, referansın oradan, yolla' diyorlar.
Ve ilk yazısında Taraf'a çakıyor, Ahmet Altan'ı eleştirip 'Taraf gibi gazetelerde yazan solcuların kendi varoluşlarını inkar edeceğini' iddia ediyor.
Bu yazının ardından Odatv'ye çok özel bir 'belge' gönderiyor bu şahıs. Bakın, e-mail'inde ne diyor: 'Merhaba, ekte Öcalan'ın İmralı'dan gönderdiği son mektup var. Mektup dün elime ulaştı, hiçbir yerde yayımlanmadı.'
Hiçbir yerde yayımlanmayan, PKK'ya yakın gazetelerde bile olmayan bu mektubun kim olduğu belirsiz acemi gazetecide ne işi var? Ne garip bağlantılar... Belli ki şüpheli bir şahıs bu ve bildiğimiz gazeteciliğin dışında başka bir özelliği var.
Bu mektupla beraber Odatv'yle bütün ilişkisi kesiliyor. Birgün'de Odatv aleyhinde yazılara başladı. Ardından da oradan ayrılıp Taraf'a geçiyor.
'Taraf'tan adam çıkmaz' mealindeki yazısından birkaç ay sonra!
Ne ilginç değil mi... Nereden nereye...
Şimdi Taraf'ta 'kullanışlı gazeteci' olarak hizmet veriyor. Tetikçilik yapıyor. İpinin elini kim tutuyor, kim bu piyonları bulup devşiriyor doğrusu ilginç.