New York
Terörle mücadelenin Amerika'ya faturası toplam 3.3 trilyon dolar. Okullara, sağlık hizmetlerine, insan haklarına, şehirlere, doğaya harcanacak o para Ortadoğu'da terörist avına, silahlara, ordulara, şirketlere gitti.
O günlerde en liberaller bile savaşa karşı çıkamadı, hatta destek oldu. Kendi evleri, kendi hayatları saldırıya uğramıştı, dahası birileri Amerika'nın yok olmasını istiyordu.
Siz ne yapardınız?
11 Eylül saldırısı yapıldığında Amerika'yı şoke eden rakamlardan biri dünyanın geri kalanındaki Müslümanların El Kaide'ye verdiği şaşırtıcı destekti.
Bugünlerde 'The Missing Martyrs' (Kayıp Şehitler) kitabı çıkan Charles Kurzman'a göre o gün bu rakamın terörizme verilen bir destek olarak yorumlanması hataydı.
Sosyolog Kurzman, bu hafta New York Times'ın 'Kitap' ekinde değerlendirilen kitabında Osama Bin Laden'in başarısız olduğunu vurguluyor. Ona göre asıl sorulması gereken soru 11 Eylül sonrası dünyada neden daha fazla Müslüman terörist çıkmadığı. 11 Eylül'den sonra bir tek ciddi terör saldırısı daha yaşanmadı.
Kitabı değerlendiren Princeton Üniversitesi'nden Prof. Bernard Haykel bu sorunun yanıtını çeşitli cevaplarla açıklıyor: Amerika'nın terörle mücadelesindeki kararlılığı, havalimanlarında artan güvenlik tedbirleri, Libya ve Suriye'de liderlerin El Kaide'ye yönelik Batı'nın minnet duyduğu operasyonlar, istihbaratın başarısı.
Ancak Kurzman'ın tezi bunların tam karşısında. 11 Eylül'de El Kaide'ye Müslüman dünyasının verdiği destek aynı zamanda anti-emperyalizme, İslam'ın kendine özgü duruşuna, Arap ve Müslümanların yıllar içinde Batı'da ezilmişliğine karşıydı. Aynı araştırmalar Müslümanların pop müzikle ilgili olduğunu ve siyasi demokrasiyi destekliyor.
El Kaide'nin İslam'ı yorumlamasıyla diğer Müslümanlar da ayrışıyordu. Hamas ve Taliban gibi şiddete başvuran örgütlerin Batı'ya saldırmak gibi bir niyeti yok. Dahası Bin Laden'in aksine Taliban lideri kendi fotoğrafının çekilmesine bile izin vermiyor. El Kaide zaman içinde Müslümanların da canını alan saldırılarını meşrulaştırmayı da başaramadı. 'Bizim gibi inanmayan Müslüman da olsa dinsiz sayılır' tezi tutmadı.
Aslında bu tartışmanın görünmeyen bir tarafı da var. Epey bir zamandır Washington'da dillendirilen 'Turkey Model' yani AKP iktidarı.
Başbakan Erdoğan ve arkadaşları AKP'yi 11 Eylül'den hemen önce kurdular. Muhafazakar ve Müslüman bir parti olduklarını hiçbir zaman gizlemediler. Ancak kuruluşları tam da 11 Eylül sonrası yepyeni bir dünyaya denk düştü.
Bugün her ne kadar ilişkileri sarsılmış gibi görünse de Erdoğan'ın Batı'ya verdiği en önemli garanti Ilımlı İslam'ı başarıya ulaştırmaktı. 10 yılın sonunda Ilımlı İslam'ın Türkiye sayesinde büyük ölçüde başarıya ulaştığı anlaşılıyor, Batı'yı İslam tehdidine karşı ikna ettiler.
Zaman zaman ilişkiler aksasa da (özellikle İsrail konusunda) Erdoğan'la ABD arasındaki bağlar hiç kopmadı, aksine işbirliği sürdü. Libya'daki yeni rejime destek verilmesinden Suriye'de Beşar Esad'a sık sık uyarı niteliğinde çağrılar yapılmasına uzanacak pek çok hamlede bunu görebiliyoruz.
Zaman zaman demokratik ihlaller, ABD'de yankı bulan otoriter rejimler ise 'Ilımlı İslam rejiminin kendine özgü çocukluk hastalıkları, zamanla geçer' diye yorumlanıyor.
Son noktada ise Müslüman-muhafazakar kimliğinden hala ödün vermeyen AKP hükümeti Ortadoğu konusunda Batı demokrasileriyle ortak bir çizgide buluşuyor.
Prof. Haykel'e göre Arap Baharı'nın sonucu bölgede daha güvenilir, istikrarlı hükümetlere geçiş gerçek anlamda El Kaide'nin sonu olacak.
Buna kolaylıkla 'Turkey Model' denebilir işte.
twitter.com/orayegin
facebook.com/oryegn
Ben sizi tanırım Nazlı Hanım
Geçen cuma akşamından beri gözüm Nazlı Ilıcak'ta. Bir tepki vermesini, ses çıkartmasını bekliyorum. Oda TV iddianamesinin açılışında şikayetçi olarak Muammer kızı Ayşe Nazlı Ilıcak olarak adı daha ilk satırda yer alıyor. Başka gazetecilerin terörist olduğunu iddia eden ve tutuklanmasını isteyen bu metnin açılışında Nazlı Ilıcak'ın adını görünce ister istemez merak ediyorum: Ne diyecek?
Bu yazıyı yazana kadar ses çıkmadı Ilıcak'tan. Biliyorum ki bu aralar Aydın Doğan'dan rica ettiği program için CNN Türk'te çalışıyor, tweet bile atmıyor.
Ama bütün bunları mazeret kabul etmiyorum.
Herkesten önce onun daha bu iddianame çıkar çıkmaz bir açıklama yapması gerekirdi. Benim tanıdığım Nazlı Ilıcak'a bu yakışırdı.
Nazlı Ilıcak değil mi bu ülkedeki otoriter rejimlerden hep mağdur olan. Ben onun 27 Mayıs anılarını da okurum.
80'li yıllarda eşinin sahibi olduğu gazeteden iktidar baskısı yüzünden atılmış, magazin gazetesinde yazmak zorunda kalmıştı.
Nazlı Ilıcak değil mi bir lince karşı Merve Kavakçı'ya sahip çıkarak Meclis'e sokan?
O değil mi 28 Şubat'ta her şeyi kaybeden?
Siyasi konuları bir yana bırakıyorum. Ama Nazlı Ilıcak'ta basın özgürlüğü söz konusu oldu mu akan suların durduğunu düşünürdüm. Ondan Voltaire'vari bir duruş beklerdim.
Nazlı Ilıcak'ın kişisel tarihine meslektaşlarını hapse göndermek isteyen bir şikayetçi lekesini yakıştıracağını zannetmem. Bu utancı taşımak isteyeceğini de hiç düşünmem.
Cuma akşamından beri kendisini hapsettiği o kozadan çıkarak itirazını yükseltmesini bekliyorum. Umarım yanılma payım yoktur.
Neleri asla okumuyorum
- Öğretmen atamaları hakkında yazılan yazıları...
- Köşe yazarlarının twitter'dan derlediklerini...
- Taha Akyol ne yazarsa yazsın...
- Dünyanın sırrını çözmüş akademisyenleri...
- Herhangi bir konuda 'bir bilen'lere danışılarak onların fikirlerini...
- Mucize formül veren (başta Dr. Oz) doktorlarla yapılan söyleşiler...
- 'Ben sizi aydınlatayım' tonunu hissettiğim herhangi bir şey...
- İçinde hiç zeka olmayan komplo teorilerini...
- Hanut yazılarını...
- Türk TV dizileri üzerine analizleri...
- Trafik kazaları üzerine köşe yazılarını...
- Reality show'lar üzerine çakma sosyolojik gözlemleri...
- Bir servisten yollandığı belli olan yazıları...
- Ege'de zeytinyağı, eski domates kokusu üzerine yazılan ne varsa...
- Tiyatro oyuncularıyla yapılan söyleşileri, tiyatro oyunları hakkındaki haberleri...
- Elif Şafak romanlarını...