Sağlık Bakanı Recep Akdağ hayatı boyunca hiç Dolce&Gabbana mağazasına girmemiş belli ki. Eğer girse neden kilolu insanlara 'Şişko' demenin bir tür zayıflama motivasyonu olacağının günümüzde komik kaçtığını anlardı. Sayın Bakan, 'Şişko' falan diye dalga geçmeler anaokulunda kaldı.
Dahası, kilolu insanların kendilerini kötü hissetmelerini sağlamak için birilerinin 'Şişko' demesi de gerekmiyor.
Bütün bir dünya artık fazla kilosu olanları mutsuz etmek için dönüyor adeta.
'Şişko' falan bir önceki çağın taktikleriydi, pek bir işe de yaramadı. Biz şişmanlar hemen 'Şişko' ithamlarına karşı dokunulmazlık geliştirdik. Göbeğimiz olabilir ama zekamız da var.
Ayrıca bugüne kadar kendisine 'Şişko' deyince hırslanıp kilo veren herhangi birini de görmedim. Ama bir Dolce&Gabbana kıyafete girebilmek için yeme içmeden kesilen çok kişi var bu dünyada.
Günümüzde ayrımcılık sadece dil, din, ırk bazında yapılmıyor. Artık kilolu olmak da modern zamanlarda ırkçılığa maruz kalma nedeni. Bunun en net yansımalarını da moda dünyasında görüyoruz. Makas ustaları büyük emek harcadıkları kıyafetlerini vücudu mükemmel olmayan insanlarda görmek istemiyor, onları tamamen görmezden geliyor, kusursuz bir azınlık için çalışıyor.
Şeytan gerçekten de Prada, Dolce&Gabbana giyiyor.
Ve bu kusursuzluk özlemi yüzünden zayıflama işinin başlı başına bir ekonomisi oluştu. 'Light' yiyeceklerden spor salonlarına, diyetisyenlerden her türlü alternatif yöntemlere kadar milyonlarca doların döndüğü bir sektör haline geldi.
Hepsi de 'look' uğruna.
Fransız filozof Jean Baudrillard günümüzde insanların ne güzellik, ne baştan çıkarma peşinde koştuğunu yazmıştı. İnsanlar sadece 'look'un peşinde. Onun kullandığı şekliyle 'look'u sadece 'görüntü' ya da 'dış görünüş' olarak tercüme edemeyiz; 'look' bedenlerin değil, cinsel arzunun kendisi. İnsanlar arasındaki iletişimin, cinsel ilişkinin öznesi 'look'.
Bu beraberinde ciddi bir ayrımcılık, bir elenme de getiriyor: Mükemmel 'look'a sahip olmayanlara üçüncü dünyalı veya sapkın muamelesi yapılıyor. Sadece mezun olduğumuz okullar, yıllık gelirimizle değil, gittiğimiz spor salonuyla da ölçülüyoruz çoktandır. Yepyeni kriterlere tabiyiz: Vücudumuzdaki yağ oranı, giysi bedenimiz, bugün kaç kilometre koştuğumuz.
Metropollerde bu kriterlere göre sevişiyorsunuz, evleniyorsunuz; hatta arkadaş bulabilmek, sohbet edebilmek, kabul görebilmek de 'look'a bağlı.
Yemek karın doyurma misyonundan başka bir yöne doğru evrileli, sınıfsallaşalı çok oldu: Yoksa siz hala organik beslenmiyor musunuz, yediğiniz gıdaların ne içerdiğine bakmıyor musunuz, etini satın aldığınız hayvan sadece çimenle mi beslenmiş, tavukların serbestçe dolaşmasına izin verilmiş mi?
Ve yeni bir çağda insanlığın yepyeni büyük düşmanları: 70'lerde kanser, 80'lerde AIDS, 90'larda depresyon vurdu insanları. Şimdi yeni epidemik, bir numaralı düşman, en yaygın salgın hastalık obezite. Bedenin savaş açması, insanlığın toplu halde mücadele etmesi gereken bir salgın hastalık.
Susan Sontag hayatta olsaydı yeni hastalık metaforu olarak 'look'u kullanırdı.
Mısır ve içinde mısır olan her şey, her türlü şeker, karbonhidrat ve sodyum: Böyle giderse birkaç kuşak sonra bunların hiçbiri tüketilmeyecek.
New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg bu savaşın bir numaralı öncüsü: Restoran sofralarından tuzlukların kaldırılmasına kafayı taktı. Yemeklerin tuzsuz pişirilmesi için kampanya başlattı. Bu konuda epey mesafe aldıktan sonra sıra şekere geldi. Bugün New York metrosunda durmaksızın şeker aleyhinde ilanlar yer alıyor.
Evrim tam gaz devam ediyor. 'Look' salgını yeni bir insan türü yaratmak için kolları sıvadı ve bu konuda hızla yol alıyor.
'Şişko' falan demenin nesini tartışıyoruz, insanlık yeniden şekilleniyor.
CHP doğru yolda
Açıklandığından beri CHP'nin milletvekili listesi tartışılıyor. Dün baktım pek çok köşe yazarı da Kemal Kılıçdaroğlu'nun tırpanını eleştirmiş. CHP'nin yeni bir açılım yapması, yeni isimleri milletvekili adayı göstermesi, 'politbüro'nun tasfiye edilmesi olumsuz yorumlara neden olmuş...
Demek ki CHP doğru yolda...
CHP söz konusu olduğunda medyanın genelini memnun etmek mümkün değildir. Eğer hiç kimseyi tasfiye etmeselerdi bu sefer de herkes 'Dinozorlarla nereye kadar' diye saldıracaktı.
***
Hepimiz biliyoruz ki CHP'de bir yeniliğe, bir açılıma ihtiyaç vardı. Adaylar tabii tartışılacak, tartışılmalı da. Ama bu aday listeleri birkaç konuda yol gösterici oldu:
- Kemal Kılıçdaroğlu artık tam anlamıyla liderdir.
- CHP'ye çok seslilik, demokrasi geldi.
- Sadece yüzde 20'de karşılığı olan katı laik söylem terk edildi.
- CHP Ortodoks köklerinden vazgeçti.
- Merkezde ciddi bir kaymanın yaşandığı bir süreçte CHP bu konuma talip oldu.
- Kemal Kılıçdaroğlu herkesin, her rengin, her görüşün yer aldığı bir CHP yarattı.
167 çiziğe rağmen statüko
Başbakan Erdoğan tam 167 milletvekilinin üzerini çizdi, buna rağmen ben onu yenilikçi olmamakla, devrimci ruhunu kaybetmekle, statükoya teslim olmakla eleştirdim.
Çünkü bakanların -bir tanesi hariç- hiçbirine dokunmadı.
Çünkü vitrinle hiç oynamadı.
Çünkü aksini iddia etmesine rağmen partiyi geleceğe taşıyacak hiç kimseyi çıkaramadı.
167 milletvekilinin üzeri çizildi ama içlerinden kaç tanesini hatırlıyorsunuz, kaç tanesinin varlık gösterdiğine tanık olduk? Hepsi Erdoğan'ın karizmasının altında ezildiler. Varlıkları da yoklukları da bir olacak.
Aynı şey yeni dönem için de geçerli olacak.
Aday gösterilen danışmanlar zaten yıllardır Erdoğan'ın yanında. 167 kişilik varlığı yokluğu bir adaylar, tıpkı onlar gibi başka görünmez isimlerle yer değiştirdi. Birkaç uyduruk gazeteci, bir futbolcu eskisi, rakip oyları avlamak için yerleştirilmiş birkaç vitrin aday değil herhalde partinin geleceği.
Bu partinin geleceği, tıpkı bugün olduğu gibi sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan'dır. Statüko da budur zaten.
Yeniden aday gösterilen bakanlar çok mu başarılı? Hayır değiller... Başbakan da bunları biliyor. Ama hepsinin tek bir özelliği var: Statükonun gardiyanları olmuşlar.
Bu yüzden AKP en fazla çiziği atmasına rağmen hiç şaşırtmayan bir parti olarak giriyor seçime.