Artık Elif Şafak'la ilgili 'intihal' suçlamaları 'Elif Shafak' olarak bilindiği Okyanus Ötesi'ne kadar sıçradı. Ünlü edebiyat sitesi The Million ayrıntılı bir haber yayımladı. Ardından topa New York Observer girdi. Önümüzdeki günlerde yayımlanmak üzere İngiliz gazeteleri de haber hazırlıyor, yazarlardan, gazetecilerden görüş alıyor.
İş daha da büyümesin diye bir tedbir alınmış ama.
Dün, Elif Şafak'ın da köşe yazdığı Habertürk gazetesinde Zadie Smith'in bir mektubu yayımlandı. Şafak'ın kendi kitabından intihal yaptığı iddialarına karşılık 'Aldırma Elif, aldırma' diyor Smith:
'Sevgili Elif, Hanif Kureishi bana her ikimizin kitaplarıyla ilgili saçma sapan haberlerin yer aldığı link'i yolladı. Sana sadece şunu söylemek istedim, ben bu iddiaları tamamen gülünç buldum. Umarım her şey güzel olur, lütfen bu zehirli insanların seni etkilemesine, aşağı çekmesine izin verme, bir yazardan bir başka yazara hayranlıkla, Zadie.'
Böylece 'intihal' tartışmalarına nokta konduğunu zannediyorsunuz değil mi?
Pek öyle değil ne yazık ki.
Ne de olsa Zadie Smith de 'intihal' konusunda epey esnek bir yazar.
NY Press'te yer alan bir yorum Elif Şafak'ın intihal yaptığına ihtimal vermemekle beraber tartışmalara söz konusu olan yazarın Zadie Smith olmasının manidar bir tesadüf olduğuna işaret ediyor.
Meğer Smith 'On Beauty' romanının olay örgüsünü meşhur 'Howards End' romanından 'farkında olmadan' arakladığını itiraf etmiş! Benzerlik ortaya çıkınca da kendi romanının ilk cümlesini, 'Howards End'in ilk cümlesine benzeterek 'atıf' yapmış.
Bitmedi... Smith, romanının hızlı akışını Martin Amis'in 'London Fields' romanına borçlu olduğunu da söylüyor. 'The Believer' dergisinin eski bir sayısında Smith gençliğinde açık açık Amis'ten 'intihal yaptığını' (tam da bu kelimeyle) yazıyor.
Martin Amis bu intihal iddiaları karşısında zamanında 'Olay örgüleri, konular romancının hayal gücü ve kullanımı için ortak bir havuzda yer alır' gibi bir açıklama yapıyor. Ancak kendi romanıyla Smith'inki arasında 50 tane benzerlik görünce bu sözünü geri alıp epey öfkeleniyor.
Neyse...
Henüz 'İskender'in İngilizce baskısı çıkmadı. Zadie Smith de daha okumadığı bir romandan yola çıkarak yorum yapıyor.
Tarih ne ilginç değil mi? Zamanında taklit ettiği Martin Amis ona büyüklük göstermişti, ancak sonradan çok kızmıştı.
Şimdi Smith de şimdi kendisiyle bir anlamda benzer bir kaderi paylaşan Elif Şafak'a destek oluyor. Edebiyatta kız kardeş dayanışması ne güzel...
Peki yarın?
twitter.com/orayegin
facebook.com/oryegn
Meraklısına yeni CHP: Ne değişti, neden değişti
- Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı dördüncü değişiklik. Yedi ay sonra bir kurultay var üstelik.
- Seçim başarısızlığının faturası. Belli ki Kılıçdaroğlu da balkon konuşmasının aksine CHP'nin başarısız olduğunu kabul etmiş.
- Genel Başkan Yardımcıları arasında örgütten sorumlu olmak teamül gereği daha ayrıcalıklı, daha kuvvetli bir pozisyon. Gürsel Tekin bu görevin altında ezildi. İstanbul'da yaptığını Türkiye genelinde yapamadı, örgüte hakim olamadı. Şimdi en sevdiği işi yapacak: Basın ve propagandadan sorumlu.
- Nihat Matkap: İyi bir tercih. Partiyi biliyor. Siyaset konusunda deneyimli. Örgütü tanıyor, Ankara'nın kodlarına hakim, seçmene de, örgüte de yakın.
- Önümüzdeki günlerde basında 'Yeni MYK Alevi ağırlıklı' türü propaganda haberleri çıkarsa kime bakacağız?
- CHP'nin son derece başarısız olan son seçim kampanyasını yöneten kişi Erdoğan Toprak'tı. Basın ve propagandadan hiç anlamadığı halde bu görev ona verildi, o da çok masraflı bir kampanya yaptı. Sonuç alınamadı. Ama Kemal Kılıçdaroğlu bu başarısızlık karşısında Toprak'ı yine de ödüllendirdi.
- Erdoğan Toprak neden vazgeçilemez? Neden bu kadar önemsenir? Ne yazık ki Kemal Kılıçdaroğlu bu inadıyla partide ister istemez hemşehrilik kayırmacılığı ve nepotizm tartışmalarının yolunu açmıştır.
- MYK dışında kalanların 'küskün' olmadığı, en azından dışarıya küskün imajı vermeyecekleri söyleniyor. Bu değişikliğe rağmen parti 'tek vücut' olarak çalışacak Meclis açılışında.
- Yeni MYK'ya alınan Yakup Akkaya kimdir, ne iş yapar? Matbaacı. Partiye afişleri bassın falan diye alındı. Zaten birinin böyle bir gerekçeyle partiye alınması yeteri kadar düşündürücüyken, bir de şimdiki görevine bakın: İşçi memur sendikaları, emekliler, meslek işveren kuruluşları ve diğer sivil toplum kuruluşlarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı.
Sinemaya Pegasus modeli
En öndeki en kötü koltuğa da aynı parayı ödüyorsunuz, en güzel yere de... Bileti erken alsanız da aynı fiyat, filmden hemen önce gişeden alsanız da... Salı sabahki seans ücreti de aynı, cumartesi geceki de... Dört kişilik bir ailenin İstanbul'da sinemaya gitmesi aşağı yukarı 100 TL'yi buluyor. Dahası, yol-otopark-mısır gibi masraflar biniyor. İki ülkenin gelirlerini kıyasladığınızda Amerika'dan bile pahalı bilet fiyatları.
Ve Türkiye giderek sinemaya gitmiyor.
Bu aralar çok tartışılıyor ya, iki büyük sinema grubunun (Mars-AFM) şirket evliliğinin ilk hedefi insanları yeniden sinemaya çekmek. Yeni şirkette son sözü Ali Sabancı söylüyor ve aklında tıpkı Pegasus'taki gibi bir fiyat politikası var: İki hafta önce bilet alırsanız daha ucuz mesela, en ön koltuk daha ucuz, gişede daha pahalı, İnternet'te daha ucuz, salı sabahı daha ucuz, cumartesi gecesi daha pahalı...
Tutar mı?
Bence denemeye değer. Bundan yaklaşık 40 yıl önce nüfusun yüzde 85'i sinemaya giderdi. Evet, çok şey değişti ama bu oran şimdi acınacak şekilde yüzde 14'e geriledi. İnsanları yeniden sinema salonuna çekecekse, film izlemenin toplu bir deneyim olduğu hatırlatılacaksa yeni çözüm arayışları neden olmasın?
Bir de 'Sinemada tekelleşme' tartışmalarıyla ilgili bir not.
İki büyük grubun birleşmesi pazar payının üçte biri. Kaygılanıyordum, endişe edecek bir durum olmadığını öğrendim.