Genellikle hayaller kuran, sonra da o hayallere inanan biriyim. Geçmişim bu yüzden onlarca hayal kırıklığıyla dolu. Tutturamadığım şeylerden biri seçim tahminleri. Türkiye öyle çok mahalleye bölündü ki ülkeyi okumak imkansızlaştı. Kamuoyu yoklamaları yanıltıcı olabiliyor. 12 Haziran'a kadar da pek çok teori ortaya atılıyor: 'Sözen etkisinden' söz ediliyor; İstanbul'da bütün anketlerde Bedrettin Dalan önde gözükürken aradan sıyrılıp Belediye Başkanı olan SHP adayı.
Bütün bunlar bana aşırı iyimserlik gibi geliyor.
O yüzden bu seçimle ilgili hayalci değil, realist olmak istiyorum.
Kamuoyunun büyük bölümü, ayrıca Washington da önümüzdeki seçimde AKP'nin yüzde 45'le 50 arasında bir oy alacağını hesap ediyor. Buradaki tek kritik eşik anayasayı değiştirebilecek veya referanduma gidebilecek milletvekili sayısına sahip olmak. Seçimin sonucu pek çoklarına göre belli de olayın düğümü MHP'nin baraj altında kalıp kalmayacağı.
Bu kadar saldırının ardından seçmen MHP'ye sahip çıkar diye düşünüyor insan. Ama aynı MHP'liler referandumda da evet oyuna yattı. Bahçeli'nin memleketinde bile kendi partilerini cezalandırdılar.
Dolayısıyla 12 Haziran günü de MHP liderinin yeteneksizliğinin faturasını ödeyebilir.
BDP'nin desteklediği bağımsız adayların geçen seçime oranla oy artışı yapması bekleniyor. Ayrıca Cumhuriyet Güçbirliği adı altında seçime girenler de kamuoyunun ilgisini çekiyor, bir ivme yakalamış durumda.
Eğer büyük bir sürpriz olmazsa çok kuvvetli bir AKP, eskisinden güçlü bir CHP ve bolca bağımsızla oluşacak Meclis aritmetiği.
Eğer Meclis tablosu böyle çıkarsa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu ülkenin alternatifsiz öncüsü olduğunu gösterecek. Ondan daha iyisi, halkın onun kadar iyi ikna eden bir başkası gelene kadar da Türkiye'de Erdoğan dönemi daha uzun yıllar sürecek.
Bu arada anayasa da değişecek, Başkanlık sistemine geçilecek: Aslında bu değişikleri bir 'rejim kayması' olarak yorumlamak da ne kadar doğru tartışılır. Şu anki haliyle belirsiz yetkili bir Cumhurbaşkanı ve aşırı kuvvetli bir Başbakan bir 'tek adam' merkeziyetçiliği değil mi?
Neyse, bu ayrı bir tartışma.
Dönelim 13 Haziran sabahına.
Aslında bu yazıyı o güne yazmalıydım belki, bilmiyorum. Ama iş işten geçmeden 'Eğer' diye şerh düşerek şimdi dile getirmek istedim.
İktidarın 13 Haziran sabahı ilk işlerinden biri Kürt sorunu olacak kuşkusuz. Aysel Tuğluk'un 'Çok kötü şeyler olacak' diye haber verdiği olayları kontrol altına almak epey baş ağrıtacak. Hatta bu mesele iktidarla Kürtler arasında bir uzlaşma olmazsa bir kördüğüme dönüşüp Türkiye'yi diğer Ortadoğu ülkelerine çevirebilir.
Eğer çizdiğim gibi bir tabloyla yeniden kuvvetli bir AKP iktidarı olursa benim Kürt sorununun yanında çözülmesini beklediğim bir mesele daha var: Türk sorunu. Hadi daha açık söyleyeyim: Beyaz Türk sorunu.
Türkiye son sekiz yılda kendi kendine bir nefret kültü yarattı ne yazık ki. Türkler Kürtlerden, Sünniler Alevilerden hiç olmadığı kadar bariz nefret etmeye başladı. Aynı şey kıyılarla İç Anadolu için de geçerliydi. İstanbul bile neredeyse görünmez sınırlarla ayrıldı. Kutuplaşma büyüdükçe büyüdü, uzlaşma ve diyalog ortamı yok oldu.
Bu tahammülsüzlüğe ne yazık ki her iki taraf da katkıda bulundu. Sonunda bu nefret kültü aynı ülke içinde başka iç ülkeler, iç düşmanlar yarattı. Bölündük.
Eğer Başbakan Erdoğan yeniden göreve gelirse hiç beklemeden, hatta hemen belki de 13-14 Haziran sabahlarının birinde bir Beyaz Türk açılımını başlatmalı. Belki bir sabah kahvaltısıyla olur bu. Tıkanan, son sekiz yılda kapanan diyalog kanallarını tekrar açmalı. 2007'deki 'Balkon konuşmasından' çok daha somut bir adım olmalı bu.
Farklı parçalara ayrılmış gibi gözükse de Türkiye yıllarca 'mozaik' diye tarif edilirdi. Bu ülke herkese ev sahipliği yapacak kadar büyük, herkese yer var. Dahası, bu ülkenin toprağı üzerinde her vatandaşın eşit derecede söz hakkı var.
Bu seçimler bir fırsat olsa keşke.
Hastalık notu
Bugünlük tek yazı var.
Her yaz başlangıcında böyle oluyor. Ya seyahatten yorgun düşüyor vücudum, ya anlık güzel havaya aldanmaktan üşütüyorum. Cuma sabahı da ateşler içinde uyandım, baktım hiç enerjim yok bütün günü yatakta geçirdim. Cumartesi biraz daha iyiydim, pazar yine güçsüzleştim. Bakalım yarına toparlar mıyım, toparlamazsam düzelince görüşürüz artık.