Bir sanatçı listesi yapalım: Tarık Akan, Rutkay Aziz, Fikret Otyam, Müjdat Gezen, Levent Kırca, Fazıl Say, Arif Sağ, Genco Erkal, Bedri Baykam, Zeki Alasya,
Dilek Türker, Ataol Behramoğlu... Belki bir-iki tane eksik yazmışımdır ama aşağı yukarı bu kadar. Öyle kalabalık bir liste değil ne yazık ki. En fazla 20 kişi bulabiliriz.
Bunlar Türkiye'nin dirençli sanatçıları.
Diyelim ki heykel yıkılmaya çalışılıyor, hemen onlar kendilerini ortaya atıyor ve bu konuda görüş beyan ediyorlar.
İlhan Selçuk'un cenazesine bakıyorsunuz, bir tek bu listeden isimler gelmiş.
Basın toplantılarında, yürüyüşlerde, gösterilerde sadece bu listeden isimleri görüyorsunuz.
Hiç korkmuyorlar, hiç çekinmiyorlar ve ağızlarına geleni söylüyorlar. Zaman zaman öyle büyük tepkilerle karşılaşıyorlar, o kadar büyük bir güruh üzerlerine yükleniyor ki pes edecekler diye düşünüyorum. Yorulmuyorlar da, pes etmiyorlar da.
Kiminin yaşı ilerlemiş, buna rağmen küçücük bir etkinlik için kilometrelerce yol tepiyor. Bir heykel açılışı, ya da bir konser için mesela...
Hiçbiri bu muhalif duruştan rant çıkarma peşinde değil. Tutturdukları bu söylem onlara yol-su-elektrik olarak dönmüyor, hatta aksine aleyhine işliyor birçoğunun. İşlerine, gelirlerine, projelerine mal olabiliyor zaman zaman.
Fazıl Say'ın 'İstanbul 2010' kapsamındaki projesi sudan gerekçelerle iptal ediliyor.
Sanat çevreleri 'dahi çocuk' olarak ünlenen Bedri Baykam'ın siyasi söylemi olmasa tablolarının daha pahalıya gideceğini konuşur durur yıllardır.
Halil Ergün gibiler bir sezon daha rol kapabilmek için her türlü taklayı atarken, Levent Kırca programlarını yayınlatacak kanal bulamıyor.
Metin Akpınar ılımlı söylemleri ve 'Aman başıma bir şey gelmesin' korkusuyla iktidar kahvaltısında ağırlanıyor, ama Zeki Alasya'ya yönelik toplu linç kampanyaları yürütülüyor.
Oturup da kar-zarar hesabı yapmıyorlar, içlerinden geldiği gibi davranıyorlar. Çünkü sanatçı olmak budur; bildiğini söylemekten vazgeçmemek, inat etmek, direnmek. Bir toplumun da sanatçısından beklediği bu olmalı: Kendi hissiyatlarının sözcülüğünü yapmaları.
Ama acı bir tablo var elimizde: Kala kala 20 tane sanatçısı kaldı Türkiye'nin. Toplumsal muhalefetin filizlendiği anlarda da onlardan başka hiç kimseyi göremiyoruz. Herkes inine çekilmiş, bu dönemin bitmesini bekliyor, en az hasarla bu süreci atlatma peşinde sanki.
70 milyonluk Türkiye'de muhalefet edecek sadece 20 sanatçı.
Bu tablo kimin utancı?
Referandum sürecinde 'Hayır' diyeceğini açıklayan bazı sanatçılara bakanların telefon açıp 'Ne oluyor, nerden çıktı' diye hesap sorduğunu biliyoruz. Bir-iki kişi aranınca diğerleri de mesajı otomatik olarak almış oluyor.
Sorun ne iktidar baskısı, ne sindirilme.
Asıl problem mesajı bu kadar kolay alanlar, kendilerini böylesine kolay hizaya getir- tenler değil mi?
Kravata veda
Doğanın kendi kanunları vardır, bunun akışını değiştirmeye çalışırsanız çuvallarsanız. Aynı durum insanlar için de geçerli değil mi? Boynunda kravat durmayana kravat giydirirseniz eğreti durur işte.
Ahmet Kekeç'in durumu buydu... Zorla ona kravat bağlatıp, bayramlık takım elbise giydirdiler. Halbuki o öteki mahallenin bohemiydi, 'afili filinta' dostuydu. O da hiç itiraz etmeden kabul etti. Bir an bile sorgulamadı, bir an bile tereddüt etmedi. Başkaları ne dayattıysa hemen üzerine geçirdi.
Ama olmadı tabii ki. Takım elbise, kravat üzerinde sırıttı. Hem yakışmadı, hem de 'imajı' bozdu.
Ne ilginç ki başkaları söyleyene kadar o kravattan rahatsızlık duymadı... Hiç aklına bile gelmedi... Ne zaman ki uyarıldı o zaman fark etti ve 'İş kazası' dedi.
Dün, Kekeç'in kravatı tarihe karıştı. Köşesindeki kravatlı fotoğraf gitti,
t-shirt'lü salaş resim geri geldi.
Olması gereken de buydu...
Önce muhtar olun
Milletvekili olmak için partilerin kapılarında kuyruk olanlara bakıyorum. Sadece kıyak emeklilik maaşı için istiyorlar herhalde bu işi... Bir de dokunulmazlık peşindeler belli ki.
Milletvekili seçilmeyi bir oyun zannediyorlar herhalde... O Meclis'te bir ülke yönetildiğini, o koltuklarda oturanların hepimizin kaderini tayin ettiğini hala kavrayamamışlar.
Bazı adaylara bakıyorum, şaka gibi. Hem AKP'nin, hem CHP'nin aday adaylarına. Fark etmiyor.
Yetkinliğin var mı? Bu ülke için ne yapacaksın? Senin neden milletvekili olman gerekiyor? Bizlere sunabileceğin ne gibi hizmetler var? Eğitimin ne, siyasete neden girmek istiyorsun, ülke yönetmekten anlar mısın?
Çoğunun bu sorulara verecek cevabı yok...
Ne zaman bu kadar ucuzlaştı, kolaylaştı milletvekili olmak, kim standartları bu kadar düşürdü gerçekten anlamıyorum.
Bir kifayetsizler ordusu şu ana kadar ortalıkta dolanan aday adayları.
Siyaset insanlara hizmet etme görevidir. Madem siyasete soyunup insanlara hizmet etmek istiyorlar, neden bu maceraya en tepeden başlamak istiyorlar? Adım adım yükselseler, önce kendilerini küçük ölçekte kanıtlasalar, oradaki başarılarıyla alıp yürüseler, arkalarına da halk desteği alsalar ya...
Muhtar olsunlar mesela... Belediye Meclisi'ne girsinler. Önce kendi oturdukları sokakta bir fark yaratsınlar, orada bir kendilerini göstersinler. Sonra Meclis'e girsinler.
Parti başkanlarının işi zor... Bu kadar yığılma arasında nasıl nitelikli milletvekili adayı seçecekler kim bilir... Tabii ki herkesi eleyemeyecekler.
Ne yazık ki Haziran'dan sonra da Meclis bir vasatlar ordusuyla dolacak.