'Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın' 'Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na' dönüştürülmesiyle kadının adı kurnazca kaldırılıp aile kavramının içine tıkıştırılmış.
Anayasa değişikliğinde yere göğe sığdırılamayan 'kadınlara pozitif ayrımcılık' mübalağası da buymuş demek.
'Hanım kardeş' ve 'ana/ ayak/cennet' lügatinin paçavra edildiği günümüzde Türkiye'nin 'kadın sorunu' ya da daha doğrusu iflah olmaz 'erkek sorunumuz', bir devlet bakanlığının adında 'kadın' sözcüğünün geçmesine bile tahammülünü kaybetmiş vaziyette.
Tabii ki kadın ve aileden sorumlu 'erkek devlet temsilcisi' kadın bakanların 'sürçü-zihin' performansı için uzun uzun metinler döşenebilir.
Ama yeni bakanlık yapılanmasından 'kadının' adının çıkarılması bile kadının 'eşit vatandaşlığı' için şimdiye dek verilen tüm çabaların da sonunu getiriyor.
Üstelik kanun hükmündeki kararnameyle yapılan bu yapısal değişim için kamuoyunun ve kadın örgütlerinin görüşüne falan gerek görülmemiş.
Şimdi 'Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü' de yeni Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na bağlanacak.
Ve erkekle eşitlik hak ve hukuku bir kenara itilen kadın, vaaz edildiği biçimle 'aile kapsamına alınarak' 'yardıma muhtaç, ezik ve pasif' kadın algısı yaygınlaştırılacak.
Böylece eğitimde, istihdamda, siyasette dışlanmış, toplumsal hayata katılımı kalmamış ama aileye yapıştırılmış kadın; hak temelsiz, üç beş kuruş sosyal yardımla devlete dolayısıyla siyasi iktidara bağımlı kılınacak.
Çünkü kadının eşit vatandaşlık haklarını hayata yerleştirmektense onun 'muhtaç, ikincil ve geri bırakılmış cins' olarak 'korunması' siyasetin işine geliyor ve geniş oy bloklarının garantisi oluyor...
Kadının erkekle eşdeğer kabulüne yanaşmayan muhafazakar-kapitalist düzen, kendine hizmet edecek kadın kimliğini çok önemsiyor...
Modern ataerkillikten muhafazakar ataerkilliğe evrilen devlet zihninde kadına biçilen rol evde kalarak 'muhafazakar-milliyetçi' doktrinasyonu benimsemiş yeni nesiller yetiştirmek olsa gerek...
Tabii ki azgın kapitalist sürecin erittiği toplumsal ahlaki değerlerin yerine ikame eden 'ahlakçılık' kendini kadınları eve kapatarak yeniden üreterek 'muhafaza' edebiliyor.
Derinleşen yoksulluk ve yoksunluğun denetimi ve pasifizasyonu 'aile değerlerimiz parantezine' alınarak, iş ve eğitime erişemeyen hak 'mahrumu' kadın nüfuslar sosyal sadakalarla teskin edilecek...
Muhafazakar erkek dilinin 'başörtüsüz kadını perdesiz eve benzetmesi' ya da 'dekolte giyen kadının tecavüzü kışkırttığı' ifadeleri münferit beyanlar değil...
Başbakan'ın ısrarla 'kadınla erkek eşit değildir' ya da 'kadına şiddeti medya abartıyor' sözleri de...
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde Mali, Çad, Yemen, Mısır, Pakistan, Suudi Arabistan'la birlikte 'eşitsizliğin en kötü olduğu ülkeler' arasında yer alan Türkiye'de, her 10 kadından 4'ü her gün şiddet görürken, hükümetin aklından Kadın Erkek Eşitlik Bakanlığı kurmak bir an bile geçmemiş olmalı.
Türkiye demokrasisi için kadın ve erkek eşitliğinde Bangladeş ve Yemen'i geçmesi yeterli mi?
Ya da istihdamda Avrupa sonuncusu ve kadının çalışma hayatına katılımda Katar'a bile geçilen, yirmi milyon kadının evde tutulduğu ülke müreffeh ve kalkınmış diye kimi kandırabiliriz...