Genelkurmay Başkanı Afyonkarahisar'da 25 askerin şehit olduğu kışlada yaptığı incelemelerden sonra 'Konuşmayacağım, hiçbir şey konuşmayacağım her şey ortada' demişti...
Belki de gerçekten 'her şey ortada 1.5 km'lik alanda duruyordu' ve biz görmemekte inat ediyorduk.
Ne de olsa çoğunluğu iki aylık eğitimden sonra Güneydoğu'ya sıcak çatışma hattına yollanmış erlerin cenazeleri her hafta 10'ar 10'ar gelirken 'şehit haberlerini' terör propagandasına hizmet ettiği için görmezden gelindiği zamanlardaydık...
Yıllardır 'şehit haberlerini' raytingi garanti, ajitatif formatta manşetlerde ve ekranlarda sündüre sömüre kullanan medyamız 'terör haberlerini'.....
Bir gün sonra hatırlamayacağı ölü çocukların yakınlarının 'tarifsiz acılarını' röntgen ve teşhirinden öte bir bakış ve üslupla vermemekte hemfikirdi...
Hatta popüler standart bir içeriğe indirgenen şehit haberleriyle kanıksanan 'genç ölümler' sıradanlaşıp, kamuoyunun dikkati azalınca ve giderek ölümler de belli bir sosyal kesimin üzerine birikmeye başlayınca şehit ailesinin 'yoksulluğuyla' dramatik kadraj kuruluyordu...
Bir tek gün bile şehitlerin öznel hikayelerinden çıkıp 'zorunlu askerlik hizmetini' yaparken hayatını kaybeden askeri birikim ve deneyimi eksik bu çocukların 'güvenliğini' konu bile etmeyen medyamız Başbakan'ın uyarısı gereğince geçen hafta PKK'nın Beytülşebbap'taki saldırısındaki 10 şehit haberine 'rutin günlük Türkiye gerçeği' muamelesi yaparak 'sıradan ölümlerin' 'sıradan haberi' gibi vermişti...
Zaten bizler de acımış 'ateş düştüğü yeri yakar' klişesiyle başkasının 'evlat acısından' hızla uzaklaşır ne günlük eğlencemiz ne de hayat asla ve kat'a yavaşlardı aksine 'teröre ödün vermektense' piyasa mekanlarına 200-300 TL'lik biletlerle Boğaz manzaralı konserlere doluşurduk...
'Teröre ödün vermekle' onulmaz çocuk kaybı arasındaki insani saygıyı, ölçüyü tutturamayan ve empatisi tükenmiş insanlardık...
Çarşamba akşamı Afyonkarahisar'da akşam vakti cephaneliğe 30 askeri doldurarak yapılan mühimmat tasnif çalışmasında 'bilinmeyen bir nedenle' meydana gelen patlamada 25 gencin bedenleri 1.5 km'ye dağılınca öğrenmiştik ki...
Cephaneliğe sokulan askerlerden 17'si üç günlük askerdi ve hayatında daha önce kaç defa cephaneliğe girmişti acaba...
Uzmanlık, profesyonellik üst düzey güvenlik tedbiri ve hayati öneme haiz 'askeri disiplin' gerektiren bir alanda acemi askerlerin ne işi olduğu da 'konuşulacak bir şey olmadığı kadar ortada mıydı?'
Ailelerin çocukların kur'ası açıklanınca sevindikleri Afyon'daki birliğin önündeki hayatlarının en uzun bekleyişinden sonra ancak sabah oğullarının yaşamadığını öğrenirken, Bakan'ın alelacele yaptığı 'böyle kazalar Hindistan ve Pakistanda da oluyor' açıklaması da başka bir ölümcül devlet kazası değil miydi?
Kimlikleri DNA tespiti sonrasında belirlenecek 'birkaç değil' 25 Mehmet'in ölümünü Ostim-İvedik,Tuzla ya da maden ocağında kavrulan işçi kaderiyle eşleştiren devlet aklı bu çocukları zayiat hanesine kaydettip 'kaza' diye mi kabullenecekti...
Ya da 20'li yaşlardaki gençleri 'zorunlu askerlik hizmeti' diye silah altına alınan ya çatışma bögelerine ya da üç günlük acemi askeri cephaneliğe yollayarak 'koruyamayan' istihbarat zafiyeti, güvenlik ihmali, denetim eksikliğinin sorumluları yine 'terörle mücadele eden devlet ve toplum' zırhının altına mı alınacaklardı...
25 gencini kaybeden ülkenin ekranlarından kesintisiz akan vasat ve sığ talk şovlar, haz kültürü kışkırtıcısı magazin programlarıyla 'moralimizi' yüksek tutup dizi dizi sıralanmış şehit cenazeleriyle ilgili tek soru bile sormayacak mıydık...