İçişleri Bakanı'nın belagatinden taşan ve hanidir hayatın tüm alanlarını ve anlarını kaplayarak bir metafiziğe dönüşen 'terörist' izahı, F-16 jetlerinin Uludereli köylüleri bombalamasıyla vücut buldu.
Yer ve göğü kuşatarak akla hayale gelmeyen insani etkinlikleri terör parantezine alan, bu totalleştirilmiş terörist tarifinin bulanık görme sınırlarını, battaniyelere sarılmış art arda dizilmiş 35 ceset verdi.
Herkesi terörist, her kalabalığı terör çetesi sayan devlet vehmi, artık gece vatandaşını da seçememişti...
NATO'nun yıllardır predatörlerle Afganistan'da 'kazara' öldürdükleri sonra da kişi başına 1500 dolar tazminat ödedikleri 'sivil zayiatlardan' farksız 35 vatandaşımız bombalarla kavrulmuştu.
Giderek Terörle Mücadele Cumhuriyeti haline gelen Türkiye'de devlet güvencesindeki insan hakları ya da vatandaş canı, gecenin kör bir anında yüz milyon dolarlık insansız hava araçlarının anlık 'istihbaratıyla' bir gölgeden başka bir şey değildi.
Pek tabii ki terörle mücadele için hem her bir bireyi potansiyel terörist olma ihtimali taşıyan topluma hem de habercilik refleksi iğdiş edilmiş medyaya büyük sorumluluk düşüyordu, çünkü böyle büyük sivil imhaları aklileştirecek gerekçe üretmek için sükunet şarttı.
21. yüzyılın gelişmiş savaş teknolojisine milli gelirinin yüzde 3'ünü yatıran Türkiye, 35 vatandaşlarını 'seçemeyip' kömüre çevirmişti...
Ve beklenen oldu, hakim medya saatlerce sustuktan sonra 'insani' olanı arındırdığı haber, başlık ve yorumlarla 'dehümanizasyon' operasyonu başlattı, yani insan olanı insanlık dışında bırakma sürecini işleterek soğuk katkısını koydu...
İkisi evli geri kalanların ilköğretim ve lise öğrencisi olduğu 35 mülksüzlüğün çocukları 'kaçakçı' kimlikleri ve teröristten ne 'farkları' olduğu imalarıyla kefenlenmeye başlandı...
Biz de ölenlerin kim olduğu sorusunu her sorduğumuzda ahlaki olarak savrulduğumuz yerde 35 ölümü süratle olağanlaştırmıştık.
Uzun ve zincirleme katliam tarihimizin lüzumu halinde 'popüler bir içeriğe' indirgeyerek, siyasi ranta hizmet ettirildiği günümüzde ne failleri ne de fiilleri yargılayamamış bir ülke yanıp kavrulan vatandaşlarının canıyla değil orada ne işleri olduğuyla ilgileniyordu...
Hele hele Kürt köylülerin geçim kaynağı mazot/silah kaçakçılığı için sınırı geçmiş olmaları bu toplu imhayı gece vakti 'karartı oluşturma' cürmüyle gerekçelendirilip vakaı adliyeden sayılmasını kolaylaştıracaktı.
Yıllardır bölgedeki karakolların bilgisi dahiline katırcılık yapan köylülerin terörist olma ihtimali zihinlerimize serpiştirilecekti.
Dersim'deki eşkıyalar, Sivas'taki şeytanlar, Kahramanmaraş ve Çorum'daki ikili nifak kimliği solcu Aleviler, Hayata Dönüşteki cezaevlerine silah yığan siyasi suçlular misali Şırnak Uludereli köylülerin de bilincimizdeki imgesi 'potansiyel terörist' diye kazınacaktı.
Tam da geçmişimizin kıyım defterini 'açtık, bakın artık nasıl göz göze bakıyoruz' saflığıyla övünen ama bir tek sanığına ceza verememiş, sanıklarını tahliye etmiş, vekil yapmış ülkede derin arkaik aygıtın gölgesi uzadıkça uzuyor oysa.
İşte şimdi alın 'özür ve yüzleşme' popülizmiyle sarsılan Türkiye'de öyle kolay kolay geçmiş ezberlerine sığdırılmayacak, tarihi arşivlere girip, hatırat ve tanıklara müracaat edilmeyecek kadar taze bugünün tarihiyle toplu bir insan kıyımı oldu.
Ve Afganistan'da sivilleri öldüren NATO ordusundan farkımız neymiş, geçmişin karanlığından çıkabilmiş miyiz... Neyin yüzüne bakabiliyoruz... Cesaretimiz var mı?
Görelim...