Yoksullar için, mahkemelerde hak arayışının paralı bir gider halini aldığı zamanımızda, olur da dava açılırsa bile adaletin tartısı 'mülkten' yana ağır basıyor.
Malatya'da evlerinin önündeki belediyenin kapatmadığı su kanalına düşerek ölen 5 yaşındaki Sedef için ailenin açtığı tazminat davası, tam da adaletin 'candan' değil 'mülkten' yana bir kararıyla sonuçlandı...
Ercan Öztürk'ün AKŞAM Gazetesi'ndeki haberinde, dört yıldır devam eden davada mahkeme, belediyeyi suçsuz bulmuştu.
Belli ki belediye avukatının Sedef'in ailesinin açtığı 800 bin TL'lik tazminat davasında 'Bu para verilirse herkes çocuğunu öldürür, çünkü Türkiye Avrupa'ya benzemez, tek din, tek dil yoktur' ifadeleriyle güçlendirdiği savunması, mahkemede etkili olmuştu.
Böylece hiçbir tedbir almayan belediye aklanırken, yoksulların 'tazminat için çocuklarını ölüme atma' gerekçesi de hukuk tarihimize mal olmuştu.
Ayrıca mahkeme, Sedef'in idarenin sorumluluğundaki alanda ölmesinde ebeveynlerini gerekli gözetim ve denetimi yapmadıkları için kusurlu bulmuştu.
Artık fiiliyatta dava savunmalarına giren 'yoksulluğun' şiddete eğilimli, potansiyel suçlu oluşu, 'çocuğunu bile gözden çıkartabilen' güruh algısı, bir tür sosyal ırkçılık olarak yerleşiyor.
Düşük gelirli vatandaş hak ve hukuk aradığında karşısına adalette eşitliği gözeten yargılama yerine ülkedeki gelir eşitsizliğinin ağır malulü olması sebebiyle peşinen 'para sızdırmaya çalışan şüpheli' konumu dikiliyor.
Hanidir geçmişin 'dürüst, onurlu ve tokgözlü' yoksulluk tarifi, bugün 'çocuklarını para için ölüme atacak' kurnazlıkla yer değiştirdi!
Tüketime katılamayan, hizmet satın almaya gücü olmayan, yardım kuyruklarında itilip kakılarak üzerlerine yiyecek torbası atılanlar, bir yandan da adaleti suiistimal edebilecek yığınlar diye kodlanıyor.
Ve onların çocukları hukuk nazarında varsılların çocuklarından daha az yekun tutarken ve tazminat bile reva görülmeyebiliyor.
Büyük kentlerin lüks güvenlikli konutlarının yanı başında açık kanalizasyon ve sulama kanallarının geçtiği gettolar da açık kanalizasyon ve sulama kanallarına düşen çocuklarını tevekkülle karşılaması dayatılıyor.
Ve evrensel eşitlik hukuku 'biz Avrupa'ya benzemeyiz bizde çocuklarını yola, suya atmaya teşne barbar yoksullar var' gerekçesiyle 'yerelleştiriliyor'.
Zaten Yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereği '500-1000 TL' civarında nakit gider avansını hangi asgari ücretli ya da işsiz ödeyebilirdi ki?
Aylarca ücret alamamış bir işçinin, sendikalı oldu diye işten çıkartılan taşeron emekçinin 1000 TL para yatırarak bir ay içinde dava açması dar gelirlinin mahkeme kapılarından uzaklaştırılması değil miydi?
Bu arada parayı denkleştirip dava açmayı becerenlerin de önce 'yoksulluğu' yargılanarak adaletin 'mülkleşmesi' sağlanıyor.