Avrupa, ekonomik çalkantılar, seçimler, yeni politikalar derken krizden çıkamıyor. Yeme-içme kültürü de elbette bu hareketlilikten nasibini alıyor. Üst sınıf, havyarından taviz vermeyip sağlıklı beslenmek adına kilosu binlerce euro olan sebzeler tüketirken, orta sınıf bahçede kendi sebzesini yetiştirmenin derdine düşmüş...
Geçtiğimiz günlerde yapılan seçimler, Avrupa Birliği üyelerinin hal-i pürmelalini yeniden tartışmaya açarken, Avrupalıların yaşam koşullarını ve yeme-içme alışkanlıklarını da yeniden gündeme getirdi. Nasıl getirmesin ki? Örneğin, 'Bir krizden diğerinin girdabına düşen Yunanları gelecekte neler bekliyor?' sorusunun yanıtını kimse veremiyor.
Yunanistan'da çöp tenekelerinde bile yiyecek bir şey bulamayanlara, 'permakültürcüler' daha ne kadar destek olur, bilinmiyor.
Portekiz kemer sıkma politikaları çerçevesinde 14 resmi tatilinden dördünü iptal etti. Yeni karar uyarınca ikisi dini olan dört tatil, 2013 yılından başlayarak beş yıl boyunca rafa kaldırıldı. Fransa deseniz, yeni Cumhurbaşkanı'nın yapacaklarını merakla bekliyor; François Hollande, önceliğinin büyüme olduğunu, Sarkozy'nin kurduğu sistemi olduğu gibi değiştireceğini söylüyor. Bakalım bu durum, en az iki yüzyıldır sadece belli başlı üç beş dükkandan alışveriş etmeye meraklı Parisli aristokratların alışkanlıklarını değiştirebilecek mi? Ne yalan söyleyeyim, takıldı aklıma...
KRİZE RAĞMEN LÜKS
Dayanamadım, Paris'te yaşayan bir iki arkadaşımı arayıp nabız yokladım. Öyle ya, Madeleine Bölgesi civarında sadece siyah havyar satan dükkanlardan kepenk indiren oldu mu? Acaba özel ürünler satan şarküterilerin, pahalı puro ve şarap satıcılarının durumu nedir? Bir kez daha öğrendim ki kriz dönemlerinde pahalı ve lüks mal satışları düşmüyor. Çünkü pahalı tüketimin sebebi öncelikle 'keyif'; sonra da 'gusto'... Kuşkusuz sağlıklı yaşam için 'pahalı' tüketmeyi sevenler de var. Dünyanın en pahalı yiyeceği kabul edilen siyah havyarın 'Beluga' denilen özel bir cinsinin kilosu 7 bin 500 lira... Nispeten daha ucuz 'Beluga'lar da satışa çıkıyor ama meraklısı ille de İran'dan veya Rusya'dan gelen özel bir markayı tercih ediyor. Ve evet, krizde satışlar azalmıyor. Bu özel yiyeceğin nasıl üretildiğini merak etmiş olabilirsiniz.
Siyah havyarı alabilmek için, 'mersin' balıkları canlı canlı kesiliyor. Lakin merak etmeyin, balıkların insanlar gibi acı çekme duygusu olmadığı söyleniyor. Özel havuzlarda itinayla döllendirilen mersin balıklarının diri diri karnı yarılıyor, içinden havyarı alındıktan sonra kesilen yer dikilip balıklar tekrar suya bırakılıyor. Bir çeşit ameliyat gibi... Üstelik bu şekilde bir balıktan üç-dört kez havyar elde edilebiliyormuş. Eğer Mersin havyarı pahalı, derseniz; çok daha ucuzu var, somon havyarı...
FLAVONOID'İN GÜCÜ
Yeni dünya düzeninde, sağlıklı beslenmek için çok para harcamayı göze alan yeni bir sınıf türedi Avrupa'da... Tahmin edeceğiniz gibi, hükümetlerin izleyeceği yeni kemer sıkma politikaları onların hiç umurunda değil...
Almanya'da yeme-içmeye ayıracak çok parası olanlar, resmen bilim insanlarının peşine düşmüş durumda... Bilim insanlarının akıl almaz fiyatlara üretip üniversiteler aracılığıyla satmaya çalıştıkları ıspanak, maydanoz ve nanenin satış fiyatı havyarın pahasına yaklaşacak gibi. 'Flavonoid' denilen çok özel bir maddeymiş, fiyatların bu denli yüksek olmasının nedeni. Tüm bitkiler hastalıklara karşı bazı koruyucu maddeler içeriyor, bu değerli maddelerin başında da flavonoid geliyormuş. Başta çay olmak üzere birçok baharatta, çeşitli sebze ve meyvelerde kendiliğinden bulunan flavonoidler, aynı zamanda güçlü antioksidan özellikler de barındırıyormuş. Böylece vücutta birçok hastalığın sorumlusu olan tehlikeli radikalleri yakalayarak etkisiz hale getiriyorlarmış.
Flavonoidlerin kalp-damar rahatsızlıklarından kansere kadar birçok hastalığa karşı koruyucu etkisi varmış.
Unutmadan, Türkiye'de bir-iki firmanın ürettiği 'çaylı zeytinyağı'nda da bu maddeden bol miktarda bulunuyormuş.
RENGİ KORUYUN
Şimdi size küçük bir tüyo: Aldığınız sebzede flavonoidler korunsun istiyorsanız, haşlarken ya da pişirirken rengini korumaya çalışın. Örneğin ıspanağı önce kaynar suya, sonra soğuk suya daldırın; sonra da süzülmeye bırakın ve hızla kuruyabileceği bir ortamda tutun. Aklıma gelmişken, Giritliler hemen her çeşit otu haşlarken, kaynar suyun içine bir-iki damla sirke koyarlar. Otlar yemyeşil kalsın, kararmasın diye... Sanırım bunun da bir hikmeti olmalı...
YETİŞTİR VE YE
Pahalı yiyecekler tüketmeye meraklı Fransız ve Alman soylularını (yani soyadlarında 'de' ya da 'von' takısı barındıranları) ekonomik sıkıntılar, kapıda bekleyen krizler filan pek ilgilendirmiyor. Onlar bir şekilde gemilerini yürütüyorlar. Parası olmayanlarsa çare üretmenin (daha doğrusu yiyeceğini balkonda yetiştirmenin) derdinde...
Örneğin yeniden seçimlere gitme ihtimalinin konuşulduğu Yunanistan'da, hükümet bir türlü kurulamadı ama insanlar kendilerine 'balkon bahçeleri' kurdular bile... Biraz daha fazla vakti ve parası olanlarsa büyük kentlere yakın yerlerde küçük sebze-meyve bahçeleri yaptılar kendilerine.
Anlayacağınız herkes sağlıklı ürün peşinde. Yani kendin pişir, kendin ye 'out'; kendin yetiştir, kendin ye 'in'...
Bu iş bir hobi değil, sandığımızdan daha ciddi. 'Sadece bir metrekare toprak yeter.' diyerek yola çıkan Atinalı aktivistler, hemşerilerine unuttukları toprağı yeniden hatırlatıyorlar aslında. Bir çay kaşığı sağlıklı toprakta 5 milyon bakteri, 20 milyon mantar ve 1 milyon gözle görülmeyen canlı yer aldığına dikkat çekiyorlar. Haklı olarak, 'Bu görkemli çeşitlilikten yararlanmak gerekir' diyorlar ve bir araziyi tarımsal anlamda verimli kılan unsurlardan yararlanmak için evlerinin bahçelerine, bahçe yoksa balkonlarına toprak taşıyorlar. Hiç de küçümsenmeyecek bir şey...
SEBZE DEĞİŞ-TOKUŞU
Çünkü bir yıl öncesine kadar, geleceğinin ve temel ihtiyaçlarının devlete tamamen bağlı olmasından dolayı huzursuzluk içinde olan insanlar, şimdi hayatta kalmalarını sağlayacak becerilere sahip olmuş durumdalar. Aynı antik çağda olduğu gibi, gıdasını yetiştirmeyi öğrenerek kendilerini biraz daha güçlü hissediyorlar.
Kendi yetiştirdiği sebze-meyveyi yiyerek hem sağlıklı beslenebilecek hem de hayatta kalabilecek on binlerce Atinalı var artık... Üstelik kendi aralarında parayla değil, sebze-meyve değiş tokuşu yaparak yaşamayı da öğrenmişler.
Gördüğünüz gibi, parasız da olabiliyormuş. Ne dediniz? 'Züğürt tesellisi mi?'
PEKİ, BU SEBZELER NİYE PAHALI?
Almanya'nın eski başkenti Bonn'da, üniversite bünyesindeki 'Jülich Araştırma Merkezi'nde, bitkilerde var olan flavonoidleri artırmak için son derece pahalı deneyler yapılıyor ve öyle herkesin kolayca satın alamayacağı sebzeler yetiştiriliyormuş. Üretim süreci ise şöyle işliyormuş: Maydanoz, ıspanak, nane gibi bol flavonoid içeren bitkilere karbondioksit gazı veriliyormuş. Bu gaz bitkilerin büyümesi için gerekliymiş. Ancak bilim insanları deneyleri sırasında atmosfere zararlı karbonlar içeren bildiğimiz karbon-12'yi değil de nadir olarak bulunan karbon-13'ü kullanıyorlarmış. Pahalılığın nedeni de işte bu 'izotop'muş! Bonn Üniversitesi, Beslenme ve Gıda Bilimleri Bölümü'nden Maike Gleichenhagen, bu karbondan flavonoid elde ettiklerini açıklamış; yani bitkilere karbon-13 verdiklerinde, flavonoidler de arttıkça artıyormuş. Bu konudaki araştırma ve çalışmalar son hızla sürdürülüyor; üstelik bu sebzeleri çok pahalı olmasına rağmen satın alanlar da var. Ancak meraklanmayın, bilim insanları, insan sağlığına faydalı bu bitkileri daha ucuza mal etmenin derdine düşmüşler bile...