Değişen, karanlık dehlizleriyle yüzleşen bir Türkiye ile ilgili iki güzel işaret birden geldi dün. Birincisi Abdullah Öcalan ile ilgili Cengiz Kapmaz'ın yazdığı kitapla birlikte ortalığa saçılanlar. Usta gazeteci Cengiz Çandar'ın önsöz yazdığı kitapta Öcalan'a 'savaşı tırmandırın' diyen askerler anlatılıyor. İkinci işaret ise 10. yılını dolduran Emniyet Müdürü Gaffar Okkan cinayeti ile ilgili. Hala aydınlatılamayan ya da aydınlatılmayan cinayetin ardından Okkan'ın yakın koruması müthiş bir itirafta bulunmuş: Saldırının ardından durdurulan üç araçta JİTEM kimlikli şahıslar vardı.
***
İşte böyle. Farklı ve zıt kimliklerine rağmen hepsi aynı derin hesaplarla, aynı güçler tarafından öldürülen insanların ülkesiydi burası. Bu zihniyet Kemalist Uğur Mumcu'yu da öldürttü, İslamcı Metin Yüksel'i de. Ulusalcı Necip Hablemitoğlu'nu da öldürttü, sırf Ermeni olduğu için Hrant Dink'i de. Milliyetçi Gün Sazak'ı da öldürttü, Kürt aydını Musa Anter'i de, sosyalist Kemal Türkler'i de... Şimdi nihayet bu zihniyetten hesap soruluyor. Bu süreçte bir vicdan ittifakıyla birleşmeliyiz. Birlikte savaşmazsak yarın bizi, hepimizi sistem aynı şekilde yok edebilir!
Yasemin değil şiddet devrimi
2002 yazını hiç unutmam. Bir konferans için Tunus'a gittiğim yaz... Başkent Tunus'a inip şehrin merkezine geldiğimde karşımda Bodrum'un başka bir versiyonunu bulmuştum. Tıklım tıklım sokak kahveleri, mini etekleriyle gezinen genç kızlar, müzik, yasemin kokusu... İleriki günlerde ülkenin turizm merkezi Hamamed'de ise çılgın bir gece hayatı ve dev tatil köyleri ile özünü kaybetmiş, kitle turizmine kurban olmuş bir dünya bulduğumda üzülecek, Tunusluların zoraki Fransızlık sevdaları karşısında burukluk hissedecektim. Bu sevda öyle absürd boyutlara varıyordu ki oralı bir arkadaşım, evde Fransızca değil de Arapça konuşuyor diye annesiyle yıllardır küs olduklarını ballandıra ballandıra anlatırken benim ona hak vermemi beklemişti...
Kısacası Avrupalı olmaya öykünen, bizim laik sınıflara benzer bir burjuva sınıfı hakimdi ülkede. 14 Ocak'ta başlayan isyan işte böyle bir yerde baş gösterdi... Şiddetin giderek tırmandığı, sokaklarda silahların konuştuğu bir sürece 'yasemin devrimi' denmesinin sebebi bu herhalde. Tunus'a sadece estetiğin yakıştırılması... Oysa dün Washington Post'ta Eric Goldstein'ın da yazdığı gibi ülkede kimvurduya gidenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bir halk isyanı olduğu için, hak ve adalet arayışından çıktığı için romantik olsa da kaosun kurbanları hiç de yaseminin hatırlattıkları güzellikleri çağrıştırmıyor.
Tunus'taki devrimin yasemin devrimi olarak adlandırılması için şiddetin önüne geçilmesi şart. Şayet bu olmazsa bırakın yasemin devrimini ülkenin yasemin kokulu sokaklarından da eser kalmayacak...
Sırada Mısır yok
Gelelim Mısır'a... Mısır'da bugün büyük bir protesto gösterisi var. Hayatı domino oyunu gibi görenlere göre Tunus'un kıvılcımı buraya sıçrayacak, halk Mübarek diktatörlüğüne kazan kaldıracak.
Halbuki iki ülke birbirine benzemiyor. Bir kere Mübarek yönetimi çok daha güçlü, Batı ile çok daha iyi ilişkileri olan ve her şeyden önemlisi orduya çok daha hakim bir yönetim. İkincisi, Tunus'ta eğitim Mısır'a kıyasla çok daha yaygın ve kapsamlı. Devrik Bin Ali yönetimi Tunus'ta eğitime ciddi bütçeler ayırdı ve bilinçli bir orta sınıf yarattı. Zaten isyanın lokomotifini çeken de işte bu 'bilinçli' kitle. Oysa Mısır'da halkın büyük çoğunluğu eğitimsiz. Mübarek yönetimi bilinçli olarak eğitimi önceliği arasına almadı. Mobilizasyonu zor, bilinci düşük, kontrolü kolay bir toplum işine geldi.
***
Bu toplumda iktidara sesini çıkarabilen tek adres Müslüman Kardeşler. Zaten bu günkü protesto gösterisini de onlar düzenliyorlar. Ancak bu gösteri Tunus'taki isyandan önce organize edilmişti zaten. Yani komşuya bakıp kendi halkını gaza getirme gibi bir girişim onlar tarafından da söz konusu değil. Müslüman Kardeşler kasımdaki seçimlerle meclis dışı kalınca yeniden sokak muhalefeti yapma yoluna gittiler, hepsi bu. Kısacası ezilen Ortadoğu halklarının topyekun isyanı hala bir ütopya!