ABD Başkanı Joe Biden, başkanlık kampanyası sırasında, 16 Aralık 2019'da bir TV yayınında, 'bizim muhalefeti' heyecanlandıran şu sözleri sarf etmişti: "Erdoğan'a karşı muhalefetin liderlerini desteklediğimizi açık şekilde belirtmeliyiz. Açıkça pozisyonumuzun, parlamentoda da yer edinmek isteyen Kürt nüfusun (HDP) entegrasyonunu sağlamak olduğunu söylemeliyiz. (Erdoğan) Yaptıklarının bedelini ödemeli. Onlarla (muhalefet) doğrudan iletişimde olup, (HDP'nin) hâlâ var olan unsurlarını destekleyip, onları Erdoğan'ı mağlup etmeleri için cesaretlendirebiliriz. Darbe ile değil, darbe ile değil, seçimle... (Erdoğan ve partisi) İstanbul'da dağıldı, peki biz ne yapıyoruz? Oturup teslim mi olacağız? Yapacağım son şey ona Kürtler konusunda boyun eğmek olurdu. ... Özellikle de Doğu Akdeniz'deki petrol faaliyetleri gibi uğraşması gereken birçok diğer konu..."
Fark etmişsinizdir.
Biden için CHP ve İyi Parti'nin esasen bir önemi yok.
Onlar sadece HDP'yi iktidara ortak etmeleri gerektiği için önemliler!
Ve açıkça söyleyelim, FETÖ'yü...
Zira ABD'de kimlere 'müttefik/ortak' muamelesi yapılıyor?
NATO müttefiki Türkiye'ye mi, yoksa YPG'ye, FETÖ'ye mi?
Kararı siz verin...
'Bizim muhalefet'in en çok endişe ettiği, ABD'nin 'müttefiklerini' yalnız bırakması.
ABD, Irak'tan, Afganistan'dan çekilme kararı aldığında en çok PKK/YPG ve FETÖ endişe etmişti, 'eyvah, bizi de bırakacak mı' diye.
Şimdi de Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'ya bu iki terör örgütüyle mücadele şartını 'NATO üyeliği şartı' olarak kabul ettirmesinden endişeye kapıldılar.
Zira bu anlaşma ABD'nin de kabulüyle yapıldı.
Unutmayın; bu iki örgüt gibi, 'bizim muhalefet' de, önce Türkiye'nin şart koşmasına tepki gösterdi.
Türkiye, şartlarını kabul ettirince, bu kez de anlaşmayı itibarsızlaştırmaya çabalıyorlar!
Doğu Akdeniz'de Türkiye karşıtı ABD-Yunan-İsrail ittifakının rafa kalkmasından, İsrail-Türkiye yakınlaşmasından rahatsızlar; Biden-Erdoğan görüşmesinden, Biden'ın Türkiye'ye F-16 satışına destek vermesinden endişeliler...
Biden'ın Türkiye'ye F-16 satışı için Kongre'yi ikna edeceğine dair inancını açıklamasından bu yana huzurları yok.
En büyük korkuları da ABD'nin Türkiye ile ilişkileri normalleştirme adımları atması...
Yani 'büyük satış'...
O yüzden mesajları Türk seçmenine değil (CHP'li Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı'nın deyimiyle) 'uluslararası karar vericilere' yönelik.
Diyorlar ki, "Erdoğan, bu hamleyle iç politikada seçimi kazanacak bir avantaj elde etmesin diye yıpratma gücümüzü kullanıyoruz. Hem bakın, HDP'yi üzmüyoruz, YPG adını ağzımıza almıyoruz, FETÖ'cü darbe girişimini bile FETÖ adını anmadan lanetliyoruz, hatta darbenin sorumluluğunu bile Erdoğan'a yüklüyoruz. Aman ha bizden vazgeçmeyin!"
Ne dersiniz?
Biden'ın 'muhalefette' iken söyledikleri üzerine 'dostlarımızla iktidar olacağız' heyecanı yaşayan muhalefet, bir 'büyük satış'la karşılaşırsa pişman olur mu?
Yoksa "ABD'den dost olmaz; biz zaten anti emperyalistiz, Atatürk de öyleydi" diye hiçbir şey olmamış gibi mi yaparlar?
ALTILI MASANIN ADAY 'EŞKALİ'
Eşkal, Arapça 'şekil' kelimesinin çoğul halidir.
Suç soruşturmalarında, tanık ifadelerine başvurularak sanıkların 'görünüşüne' ilişkin 'eşkal' çizilir.
Ancak 'altılı masa'daki genel başkanların ifadelerinden ne kendilerinin ne de birbirlerinin eşkali çıkıyor:
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu: Gelecek kişi, ben Türkiye'nin sorunlarını çözecek kapasitedeyim diyecek, bir başarı hikayesi olacak, topluma güven veren birisi olacak.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener: Biz yeni bir Sayın Erdoğan seçmeyeceğiz; Almanya, Finlandiya cumhurbaşkanı gibi adını bile bilmediğiniz, derleyici toparlayıcı, herkesin cumhurbaşkanı olacak bir kişiyi aday göstereceğiz.
SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu: Cumhurbaşkanı -Allah saklasın- ihtiraslı biri olursa! Tekrar aday olmayı düşünmeyecek birisi olmalı, yani çok genç birisi olmamalı.
Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan: Aklıma eseni yaparım demeyecek, kendini destekleyen partilerin görüşü ile yönetecek. İlk turda açık farkla seçim kazanması lazım.
Gültekin Uysal: 20 yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak, seçilebilirlik, TC Devleti'ni kurucu bir ruhla yeniden tesis etme yetisine sahip olmak.
'Prensip olarak' da olsa kendini tarif eden tek kişi Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu: Parti kurarken zaten aday olmuşuz. Yani iddiamız bu. Şimdi şu anda da adayız. Adayım da... Ama partiler arası bir mutabakat olursa onu da görüşmeye hazırız.
Kılıçdaroğlu, 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesi de "Ben aday olmayacağım, parti genel başkanlarının cumhurbaşkanlığına aday olmalarını çok şık bulmuyorum. Çünkü o makama oturacak kişinin bütün yurttaşları kucaklayan kimlikte olmasını istiyoruz" demişti.
O seçimde Ekmeleddin İhsanoğlu'nu, 2018'de de CHP'li olmasına 'rağmen' ve 'kerhen' Muharrem İnce'yi aday göstermişti.
Türkiye'nin cumhurbaşkanlığına kendisinden daha layık gördüğü iki adayın da arkasında durmamıştı.
Şimdi, parti yöneticilerine, "Türkiye Kılıçdaroğlu'na mecbur" dedirttiriyor.
Ama kendisi adaylığını masaya getiremiyor.
Altı genel başkan da, masa dışında lobi ve baskı yapıyor.
Masada farklı konuşuyor.
Ve bu halde vatandaşa 'dürüstlük'ten söz ediyor, Türkiye'yi yönetebileceklerini söylüyorlar!
İMAMOĞLU NEDEN İŞ DÜNYASINA ÖFKELİ?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, yarattığı her krizden sonra ya Fox TV'ye çıkar ya bir yabancı medya organına demeç verir.
Karadeniz gezisi ve 'vız gelir tırıs gider' krizinden sonra ortalığın durulmasını bekledi. Sonra Financial Times'ın 'muhalefetin lider arayışı' yazı dizisindeki sırası gelince demecini verdi.
"2023 seçimlerinde AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tekrar seçilirse kendisini görevden alabileceğini" iddia etti.
İngiliz gazeteci de, "Erdoğan zaten cumhurbaşkanı, yapacaksa bugün de bunu yapamaz mı" diye sormadı, manipülasyona çanak tuttu!
Benim dikkatimi çeken, İmamoğlu'nun, "Türkiye iş dünyasının 'korkudan' ekonominin durumuna sessiz kaldığı" eleştirisi ve "İş dünyasının cesaret gösterememesini üzüntüyle izliyorum" sözleri...
Ardından da, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığı konusunda "Doğru adayı seçmek çok ama çok önemli" demesi.
İmamoğlu, 'hâlâ' Kılıçdaroğlu'nun da önünden çekilmesini ve iş dünyasının kendisine destek vermesini bekliyor.
Bu bana 'Macron modeli'ni hatırlattı.
Macron, iş dünyasındaki 'dostlarının' desteğiyle finans dünyasında parladı; Sosyalist Parti'ye girdi; hızla bakan oldu; rakip partinin lideri 'eski bir usulsüzlük iddiası' ile zayıflatıldı; kendi partisinden aday gösterilmedi; 'zaten sosyalist değildim' diyerek istifa etti ve kendisi için kurulan 'en marche/yürüyüş' partisinin adayı oldu; ırkçı 'kötü' rakip karşısında ikinci turda cumhurbaşkanı seçildi.
İmamoğlu da genç ve hızlı parladı. Partisinin dahil olduğu Millet İttifakı içindeki rakipleri zayıf, 'seçim kazanabilir' bulunmuyor. Karşısında da 'kötüleştirilmiş' bir aday var. Kendisini aday yapmak istemeyen partisine karşı 'yürüyüş' başlatmak için de hazır.
Bir 'sermaye' desteği alsa 'Macron modeli' bir zafer işten bile değil!
Belki de bundan duyduğu hayal kırıklığının, öfkenin ifadesi bu.
Ama bu 'sitem' aynı zamanda bir zafiyet itirafı.
Her felakette tatilde olmasını 'medeni yaşam tarzı' diye izah eden 'kurtarıcı medyası' bile sırtını döndü.
Trajik...