Çin'in balistik füze sistemleri, Ay’a iniş yapacak ve Mars’a keşif uydusu gönderecek kadar ilerleyen uzay projelerinin ‘babası’nın, aynı zamanda ABD füze ve uzay programının da kurucularından olduğunu bilmiyordum.
BBC’den Kavita Puri’nin “Qian Xuesen: ABD’den sınır dışı edildikten sonra Çin’i uzaya taşıyan halkın bilim insanı” başlıklı haberinden öğrendim.
Adına Şanghay’da bir müze kurulmuş.
Hikayesi özetle şöyle:
1911’de, Çin’de hanedanlığın bittiği cumhuriyetin kurulduğu yıllarda doğmuş. Çin’in ulusal eğitim sistemini kuran bir babanın oğlu. Üniversiteyi birincilikle bitirmiş. 1935’te ABD’deki (Yerli İHA üreticisi Baykar Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar’ın da burslu okuduğu) Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ne (MIT) burslu kabul edilmiş.
ABD’nin, -deneylerde hayatlarını riske attıkları için- ‘intihar takımı’ adı verilen roket geliştirme ekibine katılmış.
Dönemin en büyük havacılık mühendislerinden Macar asıllı Theodore Von Karma, Frank Malina ve daha sonra Hitler Almanyası’ndan ‘çalınan’ roket bilimci Werher von Braun’la çalışmış.
Gizli projelerde ve hükümetin Bilim Danışma Kurulu’nda görev almış.
Evlenmiş, çocukları olmuş, ABD vatandaşlığına başvurmuş.
Ama Mao Zedong 1949’da komünist devrimi yapınca işler değişmiş.
Gemiden kalkan uçaklar için jet motoru geliştirdikleri laboratuvarın müdürü, onu FBI’a şikayet etmiş.
10 yıldır ABD için ‘icat çıkaran’ Qian, birkaç gün içinde ‘ulusal güvenliğe tehdit oluşturan komünist Çinli’ olarak ev hapsine alınmış!
1955’te ailesiyle birlikte sınır dışı edilmiş.
“ABD’ye asla geri dönmeyeceğim” demiş, sözünü de tutmuş.
Bin yıldan uzun süre önce (904’te) barutu icat etmiş, ancak daha ileri gidememiş olan Çin’in roket projelerini başlatmış, 15 yıl sonra ilk Çin uydusunun uzaya fırlatılışına liderlik etmiş.
Ekibi, Çin’in bugünkü balistik füzelerinin ve 3 Ocak 2019’da Ay’ın karanlık yüzüne inen ilk uzay mekiğinin mimarı olmuş.
ABD, kovduğu Çinli bilim insanı ile hem savunma hem de uzay yarışında karşı karşıya gelmiş!
Müthiş bir jeopolitik fiyasko!
Bugün de ABD, ‘ucuz’ diye üretimi kaydırdığı ‘komünist’ Çin’e ticaret savaşı başlattı; ancak Çin çoktan ‘kopya teknoloji’den yerli teknolojiye geçti, ABD’yi de geride bile bıraktı. Bkz. 5G teknolojisi...
ABD ise -üniversiteleri dahil- Qian’ın hikayesini halkından ve -yine çoğu yabancı olan- öğrencilerden ‘gizleme’ başarısını sürdürüyor!
Qian 100 yaşına kadar yaşadı ve kovulduğu ABD’nin karşısında Çin’in yükselişini ‘dünya gözüyle’ gördü.
Çin de, uzay mekiğini Ay’ın karanlık yüzünde Qian’ın hocası ‘Von Karman’in adının verildiği kratere indirerek ABD’ye Qian’a rahmet okuttu.
ABD’nin yaptığı basit bir ‘öngörüsüzlük’ değil, bu öngörüsüzlüğün arkasındaki ‘ırkçılık ve düşmanlığa’ dayalı ayrımcılık.
Büyük devletler, büyük devlet olarak değil ‘iri ulus-devlet’ gibi davranıyor.
İspiyoncu müdürler gibi küçük çıkarcı akıllar, hakim oldukları büyük devletleri küçültüyor.
Bu kafa başarıyı fiyaskoya çevirdiği gibi, zenginliği yoksulluğa, barışı savaşa kolayca çevirebilme gücüne sahip, ne yazık ki.
‘TOLERANS ÜRETİMİ’ KAVRAMINI SEVDİM
Çünkü birçok şeyi açıklıyor.
Bu kavramı, değerli Orhan Miroğlu, AKŞAM’da HDP-PKK ilişkisi ve terör örgütünün büyümesi sürecini anlatırken kullanmıştı.
Şimdi Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısında, Libya’da meşru hükümete saldıran gayrimeşru paralı orduya, İsrail’in Filistin’i işgalinde ve Türkiye’nin haklı girişimlerine karşı yürütülen kampanyada aynı politikayı görüyoruz.
Birinci grup anahtar kelimeler ‘çatışmayı önleme, ateşkes, barış, müzakere, güven artırıcı önlemler’ vb…
İkinci grupta ise ‘kınama, BM kararı, yaptırım’ vb var…
Tanık olduğum son 30 yılda bu kavramlar saldırgana zaman kazandırmaktan, haksız olarak elde ettiğini meşrulaştırmaktan başka sonuç doğurmadı.
Haksız lehine tavır alındığını görmek için, kimin haklı kimin haksız olduğuna dair bir ‘belirteç’ kullanmadan, ikisini de ‘eşitleyen’ bir ifade olarak ‘taraflar’ denildiğini duymak yeterlidir.
Bu sürecin ‘her aşamasında’ çıkan pürüzler mağdur tarafın hanesine yazılır, büyütülür…
Mağdur taraf sürekli ‘borçlandırılır’…
Bu süreç geçildiğinde, bu kez ‘mağdur’ tarafı ‘kayıplarına razı etmek’ için bir ‘rıza üretimi’ süreci başlar.
Evet başta haklıdır ama sonraki süreçlerde çok hata yapmıştır, süreci iyi yönetememiştir vb, vb…
Üstelik bu ‘saldırgan lehine tolerans üretimi’ mutlaka mağdur tarafta da ‘yandaş’ bulur.
Dillerinden ‘barış’ı, ‘uzlaşma’yı, ‘birlikte yaşama’yı düşürmeyen yandaşlar…
Miroğlu’nun anlattığı gibi terör örgütü değil mi en çok ‘barış’ kelimesini kullanan?
Ve ‘barış’ adına örgütün taleplerini hükümetlere dayatanlar?
Bir partinin örgüt elemanlığını genel başkanı saz çaldı diye gözden uzak tutmaya çalışanlar?
Hatta bizzat devletin içinde daha farklı yöntemlerle aynı çabayı gösterenler…
İsrail, Filistin’i işgale başladığından beri bu süreçlere tanık oluyoruz.
Libya’da aynı şekilde…
Dağlık Karabağ’da…
Türkiye aleyhine Suriye’de, Doğu Akdeniz’de ve yıllardır Ege’de Yunanistan’ın 12 mil haksızlığı sürecinde…
Ve hatta Türkiye’nin 1963’te başlayan AB üyeliği sürecinde…
Tolerans barışı kolaylaştıran bir kavramdır.
Ancak haksızlığı meşrulaştırmak için kullanıldıkça, barışa katkı veremeyecek kadar çürütülmüş olacak.
Bunun için ‘yerinde’ kullanılması gerekiyor.
Zira tolerans, ancak ‘adalet’ sağlandıktan sonra işe yarayabilecek bir kavramdır.
Adaleti sağlamadıktan sonra kimseden tolerans bekleyemezsiniz…
ETİMOLOJİ/KELİME KÖKENİ
İmparator: Latince ‘imperare/buyurmak/komuta etmek’ kökünden, ‘komutan/serdar’ anlamında, M.Ö. 30 yılında Roma’nın askeri hakimi Augustus’un kendine verdiği unvandır. Avrupa’da hem Avrupa içindeki hem de diğer coğrafyalardaki hükümdarları tanımlamak için kullanılmıştır. Selçuklu ve Osmanlı kendini ‘imparatorluk’ olarak değil ‘devlet-i ali/büyük devlet’ olarak tanımlardı.
PUTİN…
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Dağlık Karabağ konusunda “Barış görüşmelerinde Türkiye dahil birçok ülkenin önerilerinin değerlendirilmesi gerektiğini” söyledi. Buna ‘temkinli iyimserlik’le yaklaşmak gerek. Zira Putin, bu mesajları İdlib’de Suriye Milli Ordusu’na Rusya tarafından düzenlenen hava saldırısından sonra yaptı.