Geçtiğimiz hafta üzerinde en çok tartışılan konuların başında İsrail ve Rusya ile başlatılan normalleşme süreçleri geldi. Rusya’dan kendilerine pek malzeme çıkmayacağını bilenler, özellikle İnsani Yardım Vakfı’nın da (İHH) desteğiyle, İsrail’le imzalanan mutabakatı dillerine doladı. Neymiş, ‘Katil bir devletle anlaşma olur muymuş?’, ‘Filistin halkının acısı unutulmuş’, ‘İsrail’le örtünen çıplak kalırmış’… Bu eleştiri sloganlarını çoğaltabiliriz.
Bu sözleri söyleyenler; bugüne kadar Gazze ve Suriyeliler için kılını dahi kıpırdatmayanları bu kategoriye almıyorum bile; diplomasinin, dış politikanın duygularla değil, akıl ve mantıkla inşa edildiğini gözardı ettiler. Aç, susuz, başta sağlık olmak üzere her türlü yaşamsal hizmetten mahrum Gazze halkının ihtiyaçları onlar için ön planda olmadı. Kazın ayağı hiç de öyle değil!
Türkiye’nin, küresel politikanın yeniden şekillendiği bu günlerde yeniden pozisyon alması gerekiyordu ve bunun gereği yapılıyordu. Yeni dönemin şifresi olan ‘dostumuzu çoğaltıp, düşmanımızı azaltacağız’ ilkesi hayata geçiriliyordu. İsrail’in ardından gelen Rusya adımları da bunun işareti.
Özür, tazminat ve son olarak da ablukanın kaldırılması olmak üzere, tarihinde İsrail’e geri adım attıran tek ülke olmanın, bu diplomatik zaferin keyfini çıkarmak yerine, her zaman olduğu gibi bu zaferin mimarı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedefe koyma kolaycılığını seçtik.
İsrail’le yapılan bu mutabakat, bundan sonra can ciğer kuzu sarması 2 kardeş ülke olduğumuz anlamına gelmez. Ancak, Filistin davası için bir dönüm noktası olduğunu da kimse inkar edemez.
STK MI YÖN VERECEK?
Her ne kadar bir açıklamayla durumu düzeltmeye çalışsa da, İHH için de birkaç cümle edelim.
“İsrail’le örtünen çıplak kalır”, “Şaşkınız, İsrail kazandı, Türkiye bir şey alamadı. İsrail tazminatı bağış olarak veriyor. Aşdod limanı zaten açık ve herkes yardım ulaştırıyor…”
Bu açıklamalar İHH’ya ait. Sormazlar mı adama, eğer Aşdod limanı açık ve herkes yardım ulaştırıyorsa, neden öncülük ettiğiniz Mavi Marmara olayı yaşandı, o kadar kişi şehit oldu?
Sözün özü şu; sivil toplum kuruluşlarının siyaseti, hele hele diplomasiyi şekillendirme çabası olamaz. Bu o kuruluşların ne görevi, ne hedefidir. Böyle bir çaba; daha önce yaşananlar ortada; ‘paralel’ oluşum anlamına gelir ki, bu asla kabul edilemez.