Gerçekten de MHP lideri Bahçeli’nin söylediği şey çok açık. Türkiye’de uzun yıllardır bir yönetim sistemi tartışması var mı var. Peki bu durum bir tür krize dönüştürülmüş mü, maalesef evet. Türkiye’nin 2. Kurtuluş Savaşı verdiği bugünkü malum kritik dönemde bu kriz ülkenin bütünlüklü müdafasını aksatıyor mu, evet. O zaman milli iradenin kaynağı olan millete gidelim ve onun hakemliğine başvuralım. Millet ne derse saygı gösterelim ve sonucu uygulayalım.
Baştan beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dediği buydu. Hatta AK Parti bence çok doğru bir demokratik tavırla, anayasa teklifinin 367’yi bulması halinde bile referanduma gidileceğini söyledi. AK Parti bu yükümlülüğün altına girdi. Çünkü siyasetin halktan başka bir desteği, bir meşruiyet kaynağı olamaz. 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o sözü kulağımızda hep çınlamıyor mu?
“Ben hayatımda halkımdan başka bir irade tanımadım.”
İşte işin tüm sırrı bu cümlede gizli. Bu gök kubbe altında, insan uygarlığının geldiği nokta itibarıyla en yüce meşruiyet kaynağı milletin kendisidir. Demokrasinin kaynağı halktır.
Yıllardır her krizimizi böyle çözdük. Bu en sıhhatli yoldur. 79 milyonun ortalama sağduyusuna güvenmeyeceksiniz de kime güveneceksiniz? Başka yollara sapanların sonu hep utanç ve hezimet oldu. Ama millete de çok zarar verdiler, ülkeye zaman kaybettirdiler.
Siyaseti halkla yapmıyor, kadrocu hareketler kuruyor, kapalı kapılar ardında iş çeviriyorsanız millet iradesinden hazzetmezsiniz. Hatta halkı bir tehdit olarak görürsünüz. Halkın seçtiği ve sürekli güçlendirdiği siyasetçiye otoriter/diktatör dersiniz ama seçim sonuçlarını göbeğini kaşıyan adamın cehaletine bağlarsınız.
Halka gitmekten korkmanın da nedeni esasen budur. Toplumu bir feyz alma makamı değil de, düzeltilmesi gereken bir arıza olarak kabul ettiğinizde, kendi halkına, kültürüne, gelenekleri ve tarihine yabancılaşıp hatta düşmanlaştığınızda darbeler, mandacılık, terör örgütleriyle düşüp kalkmak bile gözünüzde meşrulaşır.
Tabii Türkiye’de 1950’den beri çalışan bir sandık ve demokrasi var. Bu can sıkıcı bir ayrıntıdır böyleleri için. Yani siz seçkinleşecek, bürokratik vesayeti temsil edecek ve devlet/millet için en iyisini uygulama mertebesinde olacaksınız ama “göbeğini kaşıyan bu tekinsiz halk” beş yılda bir tatsız sonuçlara neden olacak. Kolayı var. Madem artık tek parti döneminde değiliz, seçilmiş ama vesayete teslim olmayan başbakanları asar, darbeler yapar, muhtıralar yayımlar bildiğimizi okuruz. Ama üst aklın şebeği olmaktan asla gocunmayız.
Umarım en kısa zamanda yeni anayasanın hükümet modelini de içerecek şekilde halka sunulması meselesi de (yine bir vesayet müdahalesi sonucunda) 2008 yılında yaşanan anayasa değişikliğinin yarattığı bir durumdur. Yargıtay Başsavcısı’nı harekete geçiren vesayet ittifakı cumhurbaşkanının AK Parti’den seçilmemesi için 367 garabetiyle darbeye kalkıştı. Çünkü cumhurbaşkanlığı makamı, halkın seçtiği hükümetler yoldan çıkarsa onları tepelemek için kurulmuş vesayet mekanizmasının kurumsal olarak en tepedeki kalesiydi. Başörtüsü ön plandaki popüler kriz konusuydu ve evet birileri onu siyasi bir simge olarak kabul etmişti; ama bu muhafazakârlar değildi.
Sonuçta aynı anda hem kabul edilemez çirkin müdahalelerden, hem de bir ülkenin demokrasi kültürünün olgunlaşma yolunda aldığı evrimsel bir süreçten bahsediyoruz. Yani yaşadıklarımız kıymetlidir. Şimdi demokrasimiz için tarihi bir aşamanın daha kıyısına geldik.
Doğru yönde ilerliyoruz. Hayırlısı olsun.