Türkiye gibi imparatorluk bakiyesi, çok kültürlü, gönül coğrafyaları resmi sınırlarından geniş ülkelerin demokrasi ve çoğulculuk konusunda özel hassasiyetler geliştirmeleri gerekir. Bunu Osmanlı, “milletler sistemi” ile kendi zamanında çok güzel biçimde yapabilmişti. Çağdaş demokrasi ölçütleri ile bu sistemi mukayese etmek çok yanlış olacaktır. Ancak o dönemde bu konuda Osmanlı gücünü bu avantajından alıyordu.
Nitekim, Kıta Avrupası’nın mezhepler, ırklar üzerinden yaşadığı kıyımlarda, Yahudi göçü gibi, Osmanlı, hoşgörüsü ile birçok milletlere yuva olmaktaydı. Merhum Hrant Dink de bir röportajında Avrupa için birlikte yaşama olgusunun yeni, bizim için ise çok eski olduğunu ifade ediyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda Polonya bölgesi dışında neredeyse hiç sınır değişikliği olmamış, ama azınlıklar muazzam bir temizlikten ve demografik sürgünlerden geçmişti. Yani bu büyük savaş, azınlıklardan kurtulma meselesi olarak da kullanıldı.
Ve bugün, Avrupa mültecileri özümseme ve Türkiye’nin üyeliğini hazmetme konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Bu durum da demokrasilerine zarar vermekte, Avrupa bu hazımsızlığı yüzünden siyasi ve ekonomik olarak gittikçe cüceleşmektedir.
Türkiye’de ise bir kutuplaşmadan bahsedilmektedir. Bu kutuplaşmanın ırksal ve mezhepsel olmaktan ziyade, yaşam biçimlerine dönük bir fay üzerinden yaşandığı iddia edilmektedir. Ben Türkiye’de kesimlerin bir arada yaşamakla ilgili ciddi bir sorunu olduğunu düşünmüyorum. Ama özellikle CHP’nin seçmeninde yaşam biçimlerine dair bir endişe yaratılmaya çalışılmakta, bunun da sokaklara tahvil edilebileceği hesaplanmaktadır.
Böyle karanlık bir yol seçenlere seslenmek boşuna olduğuna göre, bu algının oluşması yönündeki çabalara karşı dikkatli olmak, buna yardımcı olabilecek hatalar yapmamak gerekir. TCK’nın 115. maddesine göre, yaşam tarzına dönük cebir, tehdit kullanarak müdahalede bulunmak suçtur. Vatandaşlarımız, yasalara göre suç olmayan her türlü biçimde yaşayabilir, ibadet edebilir, eğlenebilir, gündelik pratiklerini gerçekleştirebilir. Kimsenin kimseye “neden böyle yaşıyorsun” diye baskı yapmaya hakkı da, yetkisi de yoktur. Yine TCK’nın 3/2 maddesine göre tüm bu farklılıklar devletin güvencesi altındadır.
Türkiye, bir baskı aracı olarak deforme ve suiistimal edilen bir süreçten özgürlükçü laiklik anlayışına geçmiştir. Türkiye, Avrupa, Asya ve Ortadoğu’nın tam ortasında, eşsiz bir demokratik sisteme sahiptir. Türkiye bu değeri sayesinde, hem kendi içinde huzurlu olabilir, hem de dünyanın tüm ülkeleriyle ilişkilerini geliştirebilir.
Tıpkı bedende farklı işlevlerden oluşan azalar olduğu ve onun mükemmeliyeti buradan geldiği gibi, Türkiye de, kendi tüm evlatlarının değişik özellikleriyle güçlü ve büyük olmaktadır. Türkiye bu özelliğini koruyabildiği ve geliştirebildiği ölçüde küresel bir güç, uygarlık merkezi olmaktadır.
Bu en değerli özelliğimizi gözümüz gibi korumalı ve onu yüceltmeliyiz.