Hakkari Yüksekova’da iki göstericinin özel harekat polisleri tarafından öldürülmesini erken bir uyarı olarak almak gerekiyor. Bu olay, Paris suikastıyla başlayan sürece yönelik sabotaj girişimlerinin hala devam ettiğini gösteriyor. Başbakan Erdoğan’ı manşetlerin hedefine koyarak yıpratma kampanyası başlatanlar, güneydoğuda da sokakları hareketlendirerek süreci akamete uğratmaya çalışıyor.
Paris’te PKK’nın üç kadın yöneticisinin öldürülmesi, sürece yönelik rahatsızların sadece içeriyle sınırlı olmadığını, uluslar arası bir boyut taşıdığını da bize gösterdi. Çok geçmeden süreçten rahatsız olan iç ve dış çevrelerin Gezi’de bir araya geldiklerini, siyaseti yeniden dizayn etmeye çalıştıklarını da gözlemledik. Gezi’yle başlayan sürecin hedefinde Erdoğan ve yakın çevresi var. Tüm şantaj ve baskılara rağmen Erdoğan’ı satmayacakları anlaşılınca, bu çevreyi de hedef listesine koydular.
Başbakan Erdoğan çözüm süreciyle ilgili kararlılığını sürdürünce yeni bir kampanyanın fitilini ateşlediler. Dershaneler konusu bana göre bu kampanyaya giydirilmeye çalışılan sadece “toplumsal” bir giysi. Bu kampanyaya “meşruiyet” sağlamak için gündeme taşındı. Asıl hedef çözüm süreci ve bu süreci yürütme kararlılığında olan Erdoğan.
Ancak Kürt sokağını harekete geçiremedikleri sürece bu çabalarının başarılı olamayacağını fark etmiş durumdalar. Ne Aleviler, ne solcular, ne Gezi, ne dershaneler, ne sağda solda patlatılan bombalar ve ne de piyasaya sürülen gizli belgeler Erdoğan’ı devirmeye ya da yıpratmaya yetiyor. Bütün bunları tamamlayacak bir şeye daha ihtiyaçları var; o da silah. Eskiden olduğu gibi Kürt sokağı karıştığında, silahlar konuştuğunda hiçbir hükümetin ayakta kalamayacağını biliyorlar.
Kürt sokağının bu kadar kaşınmasının, kurcalanmasının nedeni bu. Hükümetin üzerine buradan geliyorlar. Son günlerde bu tür girişimlerde gözle görülür bir artma var. Diyarbakır’da geçen hafta gerçekleşen BDP’nin gençlik kongresinde spor salonunun önündeki Türk bayrağını birkaç gence indirterek yıllar önce Mersin’de yaptıkları gibi bir bayrak provokasyonu çıkarmaya çalıştılar.
Yüksekova’da da bence aynı şeyi deniyorlar. Bu olay düpedüz süreci hedef alan bir provokasyon. Yüksekova gibi bir yerde kim mezarları niye tahrip eder? Bunun kışkırtma amacı taşıdığı gayet açık. Burada provokasyonun göstericileri harekete geçirenler ile özel harekat timlerini devreye sokanlardan kaynaklandığı anlaşılıyor.
Bu tür girişimleri engellemek için hükümete önemli görevler düşüyor. Sürece yönelik sabotaj girişimleri sadece dağdan, Kandil’den gelmez; yargı ve polisten de gelebilir. Asker biraz kontrol altına alınabildiği için şimdi en zayıf yer polis ve yargı alanı gibi görünüyor. Yüksekova’da iki göstericinin öldürülmesi de açık bir provokasyondur. Yüksekova sokaklarında eskiden neredeyse her gün sokak savaşları yaşanırdı ama ölüm olmadan bu olaylar sonuçlanırdı. Düşük çaplı bir gösteride ise nasıl oluyor da iki gösterici öldürülebiliyor?
Kürt siyasetinin gençleri kontrol etmekte zorlandığı görülüyor. Bu konuda daha duyarlı olmak zorundalar. Diyarbakır ve Yüksekova’daki olaylar gösteriyor ki, süreci sabote etmek isteyenler için gençler en uygun enstrüman. Onları istedikleri gibi kışkırtabilir, yönlendirebilir, gençler üzerinden her istedikleri çılgınlığı yapabilirler. Sürecin selameti için Kürt hareketinin gençlere ve sokaklara sahip çıkması gerekiyor. Hükümetin de Yüksekova’daki cinayetleri işleyen polisleri yargı önüne çıkarması ve bu olayların ölümle sonuçlanmasını engelleyemeyen vali hakkında gerekli işlemi yapması gerekiyor.