Eskiden böyle kriz dönemlerinde “ordu göreve” sloganları atılır, TSK müdahaleye çağrılırdı. Oyunu siyasetin kurallarıyla oynamadıkları için, başları her sıkıştığında dışarıdan oyuncu çağırırlardı. Asker siyasetin dışına itilince, derin bir boşluğa düştüler. Yönlerini sahanın içine çevirdiler. Sahada olan ama kural dışı davranacak bir “oyuncu” arıyorlar şimdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tam da aradıkları mevkide oynayabilecek bir oyuncu olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden son günlerde Gül’e “Anayasadan kaynaklı yetkilerini kullan” çağrısı yapmaya başladılar. İçlerindeki en “aydın” kalemler, en “itibarlı” hukukçular, en “seçkin” politikacılar, Gül’ü ikna etmek için ter döküyor. “Artık yeter! Gül harekete geçmeli” yazılı bildiriler kaleme alıyorlar.
Abdullah Gül’ün hangi yetkisini, nasıl kullanacağı konusunda ise açıktan konuşan yok. Sadece “Cumhurbaşkanı olarak Bakanlar Kurulu’nu toplama yetkisi var, bu yetkisini kullansın” deniyor.
Bunun anlamı ise aslında şu: “Gül Başbakan’a tavır alsın, Bakanlar Kurulu’nu toplasın, yönetime el koysun!”
Evdeki hesap çarşıya uymadı
Söylediklerini kulakları işitmediğinden olsa gerek böyle rahatça, utanmadan darbe çağrısı yapabiliyorlar. Bu çağrıların sonunda Abdullah Gül’e yönelik yıpratma kampanyasına varacağını tahmin ediyorum. Alttan alta Abdullah Gül’ü karalamaya başladılar bile. Şimdiden “Gül anayasal yetkisini kullanmazsa, millet bunu unutmaz” diyerek, aba altından sopa gösteriyorlar. Aslında bir süredir sistematik olarak Köşk’ü siyaset dışı amaçlarına alet etmek için yayın yapıyorlardı. 17-25 Aralık operasyonun ardından da hasadı toplayabileceklerini sanıyorlardı. Ülkeyi ekonomik ve siyasi krize sürükleyerek Köşk’ün de tutumunu değiştirebileceklerini hesaplamışlardı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı; ne milleti, ne askeri ve ne de Köşk’ü etkileyebildiler.
Abdullah Gül, 2007’de kendisine karşı kurulan tuzağın bir benzerinin bugün Erdoğan’a karşı kurulduğunu görüyor. 2007’de Genelkurmay Karargâhı üzerinden yürütülen operasyon, bu kez yeni vesayet odakları üzerinden geliştiriliyor. Abdullah Gül’ün şu ana kadarki manevraları, bu tuzağın farkında olduğunu gösteriyor.
HSYK fethedilmiş kale mi?
Hükümetin HSYK ile ilgili çalışma başlatması tepkiyle karşılanıyor. Bu çalışmayı “HSYK’nın ele geçirilmesi” olarak yaftalamaya çalışıyorlar. HSYK’nın yapısıyla ilgili yeni bir düzenlemenin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Hazırladığı bildiri ve siyasete müdahil olan çıkışlarıyla, yargının bağımsızlığına en büyük darbeyi HSYK indirdi. Fakat burada anlayamadığım yan, HSYK’nın yeniden düzenlenmesine karşı çıkan, bunu “hukuka aykırı” bulan çevrelerin, paralel devletin uzantısına dönüşen HSYK’dan hiç mi hiç rahatsızlık duymamaları; meşruluğu tartışma götürmeyecek olan sivil iradenin HSYK’yı düzenleme girişimi karşısında ise kıyameti koparmaları. Bu tavır ve itirazlarıyla bu çevreler, bence hukukun işlemesinden yana olmadıklarını ispatlamış oldular.
HSYK dokunulmaz, erişilmez, fethedilmiş bir kale olarak görülüyor. Siyasete müdahalede en stratejik kurumlardan biri haline getirildiğinden, HSYK etrafında koruma çemberi oluşturuyorlar. Hukuku zorlamadan HSYK’nın bu yapısının değiştirilmesi şart. “Kuvvetler ayrılığı” prensibinin gözetilmediğini savunanlar, öncelikle Yargı bürokrasisinin siyasete-seçilmişlere yönelik müdahalesine itiraz etmeliler. Yargı elbette hükümetin emrinde olamaz; ancak askerin veya paralel devletin emrinde hiç olamaz.