Toplumsal ve siyasal olayları komplo teorileriyle açıklamaya kalkmak kuşkusuz bizleri gerçeklere yaklaştırmaz, aksine uzaklaştırır, bu doğru. Ancak toplumun ve siyasetin daha düne kadar kapalı kapılar ardında hazırlanan eylem planlarıyla, komplolarla dizayn edildiğini unutmak da gerçekleri ıskalamamıza neden olabilir.
Bugün büyük bir coşkuyla Gezi’nin “Amiral Gemisi” rolünü üstlenen Hürriyet gazetesi ve pek çok yazarının, Danıştay baskınını topluma “fanatik bir dinci”nin saldırısı olarak gösterdiklerini sanırım hepimiz hatırlıyoruz. Hrant Dink suikastını da yine aynı gazetenin “Milliyetçi gençlerin tepkisi”ne yorduğunu daha unutmadık. Y kuşağı gençler hatırlamıyor olabilir, fakat bugün coşkuyla kendilerine övgüler dizen gazete ve yazarları, yedi binden fazla Kürt’ü sokaklarda ensesinden kurşunlayarak öldüren JİTEM’in de olmadığını, Kürtlerin hayal gördüğünü savunuyorlardı.
-
Unutmadık; o zaman bunlara da “komplo teorisi” deniyordu.
AKŞAM’da başlarken tek kaygım işte bu gerçekleri ıskalamamak. Dilim döndüğünce, bütün aklımla, yüreğimle okuyucuya doğruları anlatmaya çalışacağım.
Gezi’yle birlikte başlayan, Lice’ye uzanan olayları bazı yazarlarımızın büyüsüne kapıldığı gibi ben de “demokrasi rüzgârı” olarak görmek ve değerlendirmek isterdim.
Fakat bu, önce kendi aklıma, sonra da okuyucuya ihanet etmek olurdu.
Gezi salt “demokratik isyan” olsaydı, eyvallah!
Olay başlar başlamaz oyunun aktörleri değişti, yeni siyasal amaçlar belirlendi.
Gezi’nin arkasına sığınarak, sokağın şiddetini kullanarak seçilmiş hükümeti, Başbakan’ı vesayet altına almaya çabaladılar/çabalıyorlar.
“Kral çıplak” diyerek Gezi’nin arkasına ışık tutan isimleri ise “komplo teorisi” kurmakla suçlayıp aptal konumuna düşürmek istiyorlar.
Bu sürecin bütün siyasi kodları, Gezi rüzgârıyla barışı vurmak üzerine kurulu. Oysa beyaz Türkler ve beyaz liberaller bizleri böyle olmadığına inandırmaya çalışıyorlar.
İkna siteleri kurup, gece yarılarına kadar hazır beklettikleri nöbetçi sosyologlarla 28 Şubat’ın, Cumhuriyet mitinglerinin yeni bir kopyası olan bu ulusalcı kaosu, “demokratik devrim” olarak topluma yutturmaya çalışıyorlar.
-
Gezi’de “haysiyet savaşı” verildiğini savunan solcu ve beyaz liberaller; kusura bakmayın ama bunun, içine girdiğiniz haysiyetsiz ilişkileri örtebileceğini hiç sanmıyorum.
Kapalı kapılar ardında iş tutanların, şebeke halinde seçilmiş hükümete karşı tertipler hazırlayanların, sokağın gücünden faydalanarak Başbakan’ı devirmeye girişenlerin demokratik meşruiyeti olamayacağı gibi haysiyeti de olamaz.
Hedefleri “diktatör” suçlamasıyla Başbakan Erdoğan’ı yalnızlaştırmak, güçten düşürmek ve sınırlamak; “demokrasi” diyerek çözüm sürecini vurmak; “özgürlük” diyerek hükümeti vesayet altına almak…
Çatışmaların, ölümlerin hüküm sürdüğü yıllarda Taksim’den Lice’ye barış köprüsü kuramayanların, bugün, çabucak Taksim’den Lice’ye uzanan çözüm karşıtı bir köprü oluşturabilmeleri işte bu yüzden.
-
Kürtleri sokağa çıkarmadan AK Parti’yi sınırlayamayacaklarını bildiklerinden kraldan daha kralcı kesildiler. Bir yandan “AK Parti Kürtleri oyalıyor, samimi değil” diye sokağı kışkırtırken, diğer yandan da “PKK samimi değil, çekilmiyor” diye hükümeti etkilemeye çalışıyorlar.
Bu nedenle kimseyi aldatmaya, yanıltmaya gerek yok; o yüzünüze geçirdiğiniz maskelerin ardında ne demokrasi, ne barış, ne özgürlük var; buradan bakınca Gezi’yi kullanan beyaz Türklerin seçilmiş hükümete karşı başlattığı ahlaksız bir iktidar savaşından başka bir şey göremiyorum.