ABD imparatorluğunun artık çatırdamaya başladığı, Münih Savunma konferansının geçen hafta sonu yapılan toplantısında bütün açıklığıyla ortaya çıktı. ABD kendi yarattığı Ukrayna sorununu içinden çıkılamaz bir hale getirdi ve en yakın müttefikleri olan Avrupalılara söz geçiremez duruma düştü. Bugüne dek Rusya’ya karşı sertlik politikalarıyla tanınan Merkel bile açık açık meydan okuyor ve Ukrayna’ya silah sevkine direniyor.
Bazı aymazların iddialarının aksine Ukrayna’daki bugünkü durum Almanya’nın değil tamamıyla ABD’nin politikalarının bir sonucudur. Putin, ta 2007 yılında bu konuya değinmeye başlamış ve o yılki Münih Konferansı’nda Amerika’nın Avrupa’daki tek yanlı stratejisini eleştirmiştir. Zaten günümüzde artık emperyalizmden ve değişik emperyalist ülkelerden söz etmek anlamsızdır. Tek bir ‘emperyal’ ülke vardır ve dünyadaki tüm askeri harcamaların yarısını yapan bu ülkenin güvenlik bürokrasisi küresel kapitalizmin tek jandarması rolünü oynamaktadır. Bu ortamda ekonomik bakımdan güçlü olsalar da politik bakımdan cüce ve askeri bakımdan zayıf olan ülkelerden ‘emperyalist’ sıfatlarıyla söz etmek yanıltıcıdır.
ABD’nin kurduğu dünya imparatorluğu Avrupa’nın paylaşıldığı 6-11 Şubat 1945 tarihli Yalta Konferansı’ndan sonraki 70 yıl içinde giderek güçlenmiş, Sovyetler Birliği’nin 1990’daki çöküşüyle rakipsiz imparatorluk haline dönüşmüş ve 2014 yılında Kırım’ın Yalta şehrinin kapılarına kadar ulaşmıştır. Ancak bu tarihten itibaren zamanında Rusya içlerine kadar ilerleyip süklüm püklüm geri dönmüş olan Napolyon ve Hitler gibi, Amerika da bu coğrafyada bataklığa saplanmıştır. Bazı Batılı çevreler Rusya’nın ekonomik ambargolarla dize getirileceğini sanmaktalar, oysa bu da pek de mümkün görünmüyor, eski bir tarihe ve köklü ulusal değerlere sahip olan Kuzey komşumuz bu tarz önlemlerle kolayca pes ettirileceğe benzemiyor. Ne var ki tarihsel ve ulusal değerlerden yoksun olanlar Rusya’yı anlamıyorlar. Tıpkı aynı değerlere çok daha sadık biçimde bağlı olan Türkiye’yi anlamadıkları gibi.
Bugün Obama yönetimi içindeki bazı bürokratlar da dahil bir çok güç, ayrılıkçılarla savaşması için Ukrayna’nın silahlandırılmasında ısrar ediyor. Oysa bilinmektedir ki, Turuncu Devrim adı verilen bir darbeyle kurulan hükümet Rusları dışlama politikası izlemeseydi ayrılıkçılık da olmayacaktı. Batı yanlısı Ukrayna yönetimi Rusça konuşanları topraklarından kovmakta ve etnik temizlik yapmaktadır. İşine geldiği her ortamda kolektif haklardan söz eden ABD neden Ukrayna yönetimini Rusça konuşan ayrılıkçılarla doğrudan barış sürecine teşvik etmiyor ve sürekli savaş kışkırtıyor? Bu girişimlere en iyi cevabı Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen vermiştir: Ukrayna’nın Rusya’nın savaş makinesine karşı zafer kazanabileceğini düşünen var mı ? Silah sevkıyatı Rusya’yı kamçılar.
Ukrayna’yı silahlandırıp savaşa sürüklemek on binlerce insanın ölümüne yol açabilir. Bugüne kadarki kayıplar resmi rakamlarla 5 bin kadardır, fakat Alman basınında gerçek rakamın 50 bine yaklaştığı şeklinde yorumlar da vardır. Bir buçuk milyon insan göç etmiştir. Ukrayna pratik olarak iflas halindedir, savaş Ukrayna’nın sonu olur. Almanya ve diğer birçok Avrupa ülkesinin görüşünü Merkel’in şu sözleri yeterince özetliyor: Bu anlaşmazlığı savaş yoluyla çözmek imkansızdır. Bunu söylemek belki acı ama durum budur.
Hafta sonu Fransa Devlet Başkanı Hollande ile birlikte Putin’le görüşen Merkel daha sonra ABD’ye uçmuştur. Yarın Ukrayna’nın da katılacağı son bir görüşme daha olacak. Ancak görünen gerçek odur ki ABD, İngiltere hariç hiçbir müttefikini ikna edemiyor. Ortadoğu’daki çıkmazın da, Doğu Avrupa batağının da gerçek nedeni ekonomiktir. Avrupa’nın yeniden büyüme safhasına bir türlü girememesi ve ABD’nin de aşırı borçlanmayla sorunlarına çözüm araması çıkarları zıtlaştırıyor. Eski ABD Büyükelçisi Riccardione’nin paralel yapının darbe girişiminde bulunduğu 17 Aralık 2013 gecesi ‘imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz’ dediği iddia edilmişti. Sanırım Ukrayna cephesinde biz bir çöküş izleyeceğiz.