Askeri vesayet ile paralel devlet yapılanmasının ortak eseri 28 Şubat hedefine kısmen ulaştı. Ülkeyi küresel merkezlerin yörüngesine tam anlamıyla sokmayı bir süre başardı, İsrail’le askeri anlaşmaları imzalattı, bankaları oligarşiye peşkeş çekti, IMF’in ekonomiye el koymasını sağladı, paralel yapıyı devletin içine soktu. Sonunda 28 Şubat’a karşı o kadar büyük bir tepki oluştu kibir dip dalgası geldi ve süreç tersine döndü. Ama o dönemde ortaya çıkan fitnenin olumsuz etkileri bin yıl olmasa da daha çok uzun bir süre devam edeceğe benziyor.
28 Şubat fitnesi, toplumun bir kesimini halkın büyük çoğunluğuna düşman etmiştir. Küresel kapitalizm 1990’da biten soğuk savaş sonrası sistemin yeni düşmanı olarak İslamiyet’i ilan etti, 28 Şubatçılar da halkın inancını ve geleneğini hedef aldı. Oynanan senaryoda paraleller polis ve yargı içindeki güçleriyle faili meçhul kumpaslar kurdular. O dönem Atatürkçü geçinen dış kaynaklı bir kesim de yoğun bir kampanya, medya gücü ve paralel destekle toplumun yüzde 10’dan az olan bir kitlesini İslam düşmanı haline getirebildi.
Açık konuşmakta fayda var: Ekonomik sorunlardan kar fırtınasına, uçakların yaptığı rötardan sapık cinayetlerine, adi sokak kavgalarından yine muhalefetten gençlerin okullarda birbirlerini öldürmesine kadar her şeyden hükümeti ve İslamiyet’i sorumlu tutan zihniyet hastalıklıdır. 28 Şubat sürecinin en büyük zararı cumhuriyetin başlangıç dönemi ideolojisiyle yetişmiş eski orta sınıfa dokunmuştur. Bu kesim tıpkı paralel örgütün sapkın tarikat mensupları gibi bir hayal dünyasında, adeta paralel bir toplumda yaşamaktadır.
Çocuklarını kendi okullarında okutan, kendi marketlerinden alışveriş yapan, kendi bankalarında hesap açtıran, kendi hastanelerine giden paralelci taban sadece çevresine bakarak ülke çoğunluğunun da kendisi gibi düşündüğünü sanıyor. Aynı şekilde, CHP’ye oy veren bazı müzmin kesimler de gittikçe marjinalleştikleri halde hep aynı bölgelerde, benzer yaşam tarzlarına sahip insanlarla oturdukları için aynı yanılgıya düşmektedir. Onların gözlerinin açılmasını engellemek isteyen medya baronları basit bir formül kullanıyorlar: ‘AK Parti yüzde 50 aldığına göre onun karşısında da bir yüzde 50 vardır.’ Halbuki o yüzde 50 içinde kendileriyle hiç de aynı şekilde düşünmeyen ve toplam en az yüzde 25 oy sahibi Kürt ve Türk milliyetçileri bulunmaktadır. Dahası, mezhep hassasiyeti nedeniyle CHP’ye oy verenleri çıkardığımızda bu müzmin CHP’li kesim barajı geçecek oya dahi sahip değildir. Ama onlar, kendi güçlerini abarttıklarından istikrar bozucu her türlü projeye gönüllü alet olmaktadırlar.
Son analizleri şöyledir: AK Parti’nin seçimle indirilmesi mümkün değildir. Darbe olanağı da bulunmamaktadır. Ancak, AK Parti karşıtlığı iyice artarsa durum içinden çıkılmaz bir hal alır. Yeni CHP yönetimi, sınırlı aklıyla küresel sermayenin bu iktidara ‘bir 5 yıl daha dayanamayacağını’ kestiriyor ve sokakta şiddet artırılırsa dış destekle başarıya ulaşmanın mümkün olabileceğini sanıyor. Bu analizin hayali olduğunu, olası şiddet eylemlerinin sadece küresel sermayenin bazı konularda elini güçlendireceğini (İncirlik’in kullanılması, Ortadoğu’da daha fazla destek, Çin’den füze alınmaması talepleri) bir yana bırakalım. Ayrıca küresel kapitalizmin CHP’lilerin sandığı kadar güçlü olmadığını, Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamayacağını da bir an için unutalım. Böyle bir analizin kendisi bile başlı başına bir sapkınlıktır, açık bir Türkiye düşmanlığıdır ve 28 Şubat fitnesinin ne kadar zarar verdiğini ortaya koymaktadır. Paralel örgüt ve onunla işbirliği içindeki CHP’nin bir kesimi kendi çıkarlarını hegemonyacıların çıkarlarıyla birleştirerek gaflet, delalet ve hatta hıyanet içine düşmüşlerdir. 7 Haziran’da seçmenden hak ettikleri cevabı alacaklarını biliyorlar ve eylem projelerini seçim öncesi uygulamaya koymak istiyorlar. Bu nedenle iç güvenlik yasa tasarısına karşı direniyorlar, ama 18 yılda olgunlaştırdıkları fitne seçim sonrasında ‘kendi evlerinin içine ateş düşürecektir’. Bu bir beddua değil, sadece bir saptamadır.