İran’la yapılan nükleer görüşmelere paralel olarak son 5 yıldır ABD ile Ruhani yönetimi arasında gizli bir diplomasinin sürdüğü biliniyordu. Bu çerçevede İran’ın AB’nin yeni doğalgaz tedarikçisi olması, Ermenistan, Gürcistan ve Karadeniz üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacak bir İran akımı yoluyla Rusya’nın enerji alanındaki üstünlüğüne son verilmesi planlanmaktaydı. Son yıllarda Anglo-Saksonlar tarafından Rusya üzerine sürülen Merkel yönetimindeki Almanya bu projenin en önemli destekçilerinden biriydi. İran’ın ambargo nedeniyle Batı bankalarında bloke edilen 120 milyarının serbest bırakılacak olması Alman firmalarını ayrıca heyecanlandırmaktaydı. İşte bu nedenlerden dolayı nükleer anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Alman Ekonomi Bakanı Tahran’a koşmuştu.
İçerdeki ekonomik sıkıntıları, ahlaki çöküntüyü, nüfusun yüzde 10’a yakın bir kısmının afyon bağımlısı olmasını, molla hanedanının zulüm ve adaletsizliğini unutturmak isteyen İran rejimi ise son yıllarda Ortadoğu’da hegemonya peşindedir. ABD’nin tutarsız politikalarından yararlanan İran, bölgedeki ülkeleri teker teker Şii egemenliği altına almaktadır. Buna tepki gösterecek ülkeleri ise çeşitli yollardan etkisiz hale getirmek peşindedir. Örneğin Suudi Arabistan’ı Yemen sorunuyla, Körfez’i azınlık isyanlarıyla meşgul etmektedir. İran’ın bölgede Müslüman nüfusa sahip tek demokratik rejim olan Türkiye’ye karşı kullandığı silah ise terör örgütü PKK’dır. İran’ın Genelkurmay Başkanı bile bu gerçeği artık pervasızca haykırıyor.
Alman hükümeti İran rejimiyle birkaç senedir açık bir işbirliği içindedir. İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasında en çok çabayı Merkel’in gösterdiği gözden kaçmamıştır. Bu çerçevede İran himayesinde olan PKK’ya desteğini arttırdığı ve Türkiye’nin PKK’ya karşı verdiği mücadeleyi baltaladığı görülmektedir. Alman hükümeti bazı Türk vatandaşlarını Avrupa’da PKK hakkında bilgi topladıkları iddiasıyla haksız olarak tutuklamıştır.
İzlenen bu politikalar Alman halkı için faydalı mıdır? 20’nci yüzyıl tarihini inceleyenler iki dünya savaşının Almanya’nın Anglo-Saksonlar tarafından Doğu’da maceralara sürüklenmesinden kaynakladığını bilirler. Bunun sonucunda Almanya bugün büyük devlet olma niteliğini yitirmiştir, yeni maceralar onu bugünkü konumundan bile uzaklaştırabilir. Alman halkının bugün Merkel’e verdiği destek bizi aldatmamalıdır, aynı halk daha önce başka liderlere de büyük destek vermiş ama sonunda pişman olmuştur.
Alman dostlarımız şunu bilmelidir, ülkelerinin konumu okyanusun öte yanındaki ABD’den farklıdır. Terörü ve kaosu körükleyen İran gibi ülkelere verdikleri destek onlara milyarlar kazandırabilir ama kazanılan her milyar kapılarına yığılan yüz binlerce mülteci olarak döner. Almanya Savunma Bakanı PKK lehine demeçler verebilir ama yarısı PKK, yarısı IŞİD sempatizanı 500 bin insan sınırlardan içeri girdiğinde bunun bedelini Almanlar öder. Anglo-Sakson çizgisindeki Alman siyaseti Doğu Avrupa’da Rusya etkisini kırmak isterken ülkeyi doğulularla doldurdu. Rusya’ya destek verdiği için Yunanistan’ı cezalandırmak milyarlarca avroya mal oldu. Enerji ve hammadde fiyatları yükseldi ve AB bir türlü krizi aşamadı. Almanya’nın yanlış politikalarının ülkeye Ortadoğu’dan yeni bir göç dalgasını tetiklemesi ise bambaşka sonuçlar doğurabilir.
Alman demokrasisi için en büyük tehlike aşırı sağın göçmenler sorunu ve İslamofobya’yı istismar ederek güç kazanmasıdır. Tarihi nedenlerden dolayı aşırı sağ konusunda hassas olan Almanya’nın huzur ve istikrarını korumak için Türkiye dâhil tüm demokratik ülkeler yıllardır çaba gösteriyor. Ama Almanya barışçı dış politikayı bırakıp başka ülkelerin güvenliğine önem vermezse bu desteğin sonsuza dek devam edeceğini de düşünmemelidir.