Irak'ın ABD ve müttefikleri tarafından işgal edilmesinden sonra herkes sıranın kime geleceğini merak edip duruyordu. O tarihten sonra ABD ve müttefikleri çeşitli bahanelerle BM Güvenlik Konseyi'ni de kullanarak Lübnan ile ilgili birçok adım attı.
Eylül 2004'teki 1559 sayılı kararla Suriye askerlerinin Lübnan'dan çıkarılmasını sağlayan bu ülkeler Mart 2005'te eski Başbakan Hariri'nin öldürülmesini gerekçe göstererek bu kez Suriye ve Hizbullah'ı hedef alacak uluslararası mahkemenin kurulmasını sağladılar. Bu arada Temmuz 2006'da İsrail Lübnan'a saldırarak 1600 kişiyi öldürür ama aynı Batı sesini çıkarmaz. Üstelik Başkan Kennedy, İsrail Başbakanı Rabin, İsveç Başbakanı Palme, Pakistan Başbakanı Butto ve 1975'te İsrail'in haritadan silinmesini isteyen Suudi Kral Faysal'ın benzer şekilde kendi ülkelerinde öldürüldüklerinde aynı Batı BM Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırma gereğini bile duymadı ve Hariri olayında olduğu gibi uluslararası mahkeme kurulmasını istemedi.
Sanıyorum bu satırlar Batılıların Lübnan ve Lübnan üzerinden bölgeye yönelik ta Osmanlı döneminden bu yana geleneksel pis oyunlarını yeterince açıklıyor. Batılı ülke ve güçler kendi coğrafyamızdaki ihanet içindeki iktidar, örgüt ve kişileri de kullanarak bizi birbirimize kırdırmak istiyor. Sudan ise aynı Batılı güçler tarafından ikiye bölündü. Somali ve Yemen'deki durum ortada. Türkiye'yi Kıbrıs'ta işgalci görenler ise en sempatik olanlarıdır. Hala Batılı devlet ve güçlerin beyniyle düşünen ve onların ağzıyla konuşan varsa onlara yalnızca 'beyinsiz' diyebilirim. Biz ne yaparsak yapalım Batılılar bin dereden delik taslarla da olsa su taşıyacak ve bize yönelik bin yıllık tutum ve davranışlarından vazgeçmeyeceklerdir.
'Vazgeçerler' diyenlerin ben yine akıllardan şüphe ederim. İşte bu nedenle Batılılar ve onların bölgesel müttefikleri ya da emir kulları ne pahasına olursa olsun Lübnan'ı karıştırmaya devam edeceklerdir.
Amaçları ise Hizbullah'tan kurtulmaktır.
Çünkü bunu İsrail istemektedir.
İsrail bölgede başka şeyler de istiyor.
Örneğin büyük dostu Bin Ali'nin Tunus'a dönmesini. Bu nedenle Batılılar Tunus halkının devrimini başarısız kılmak için her yola başvuracaktır. Bin Ali adamlarını hükümette tutmak, muhalif partileri bölmek ve bu partiler arasında ayrılıkları kışkırtmak, suikast ve benzeri terör eylemleriyle insanları devrimden soğutmak başvurulacak ilk ve en basit yöntemlerdir.
Bunları yakında Tunus'ta görebiliriz.
Benzer eylemleri Lübnan'da da görünce kimse şaşırmasın. Hatta parçalanma ve mezhepsel çatışma sürecinin en kritik dönemlerini yaşayan Irak da...İran'a ise henüz sıra gelmedi.
Son 15 yıldır İran'a karşı farklı yöntemlere başvuran Batılılar radikal Sünni Taliban yönetimindeki Afganistan ve Sünni Saddam'ın ülkesi Irak'ı işgal ederek Tahran'ı Irak'ta ve tüm bölgede çok daha güçlü kılmaktan çekinmediler. Çünkü şimdilik tutmazsa da onların kafasında mutlaka pis bir plan vardır. Böyle olmasaydı bu ülkeler Türkiye'nin çabasıyla 17 Mayıs 2010'da uranyum takas anlaşmasını kabul eden Tahran'la çözüm masasına otururdu.
Ama oturamazdı çünkü bu kriz Batılılar için gerekliydi. Başta ABD olmak üzere Batılıların Körfez ülkelerini köle gibi kullanması, petrollerini ucuza kapatması, onlara milyarlarca dolar silah satması, İsrail'i kollaması ve bölgemize yönelik bildik tüm pis oyunlarını sürdürebilmesi için 'Şii İran tehlikesi' söylemine daha bir süre gereksinimi var.
Bu oyunlar tutar mı tutmaz mı bilinmez ama Batılıların planında her zaman ve Osmanlı'dan bu yana Türkiye için özel bir yer ayrılmıştır. Bu gerçeği kavramayanlar Lübnan ve Tunus'taki olayları ve bölgedeki tüm gelişmeleri ancak ve ancak Batılı bir gazetenin köşe yazarı ya da 'aydını' kadar anladığını sanabilir.
Dilin de kemiği olmadığına göre bir bakıyoruz ağzı olan herkes konuşuyor.