Amerikalıların Irak'tan çekilmesiyle bölgede yeni dengeler oluştu. Herkesi etkileyecek bu yeni dengeler, doğal olarak komşu ülke Türkiye'yi herkesten daha fazla ilgilendirmektedir. Çünkü bundan böyle Türkiye'nin Bağdat ile ilişkileri Tahran vizesine bağlı olacaktır. Daha açık bir ifadeyle Bağdat'taki merkezi hükümet, Türkiye ile ilgili alacağı herhangi bir karar öncesinde mutlaka İranlılara danışacaktır. İranlıların Bağdat'taki gücünü hissedecek olan Barzani-Talabani ikilisi, İranlıları kızdırmayacak şekilde davranacak. Belki de bu nedenle Mesut Barzani iki ay önce İstanbul'a gelmeden önce Tahran'a uğramıştı. Türkiye'nin Irak Kürt Yönetimi ile ilişkileri de bundan böyle Tahran gölgesinde kalacaktır. Siyasal ve güvenlik anlamında yapılan bu yorum, Türkiye'nin Bağdat ve Erbil ile ekonomik ve ticari ilişkilerini de etkileyecektir. Bağdat, Iraklılar, Erbil ve Kürtler orta ve uzun vadede İran ve Suriyeli işadamlarını tercih edeceklerdir. Tahran kontrolündeki bir Irak yakın gelecekte ABD ve yandaşları tarafından iç savaşa sürüklenmediği sürece Tahran'ın olduğu kadar Şam'ın da elini güçlendirecektir. Örneğin Suriye ve İran Batı'nın ve Türkiye'nin uyguladığı ambargo kararlarını Bağdat üzerinden kırmaktadır. Bu süreç önümüzdeki dönemde daha da hızlanacaktır. İran uçakları ve TIR'ları bundan böyle Irak üzerinden Suriye'ye ve Suriye üzerinden Lübnan'a ve Lübnan'daki Hizbullah'a her türlü malı taşıyacaktır. Yani Lübnan'ın da Şam'dan yana olduğunu düşünürsek Türkiye'nin Suriye'ye karşı aldığı ambargo kararının bir anlamı kalmayacaktır. Suriye'nin sınırlarını kapatması durumunda Türkiye'nin ihracatı çok ciddi zarar görecektir. Çünkü Türk malını taşıyan TIR'lar (yılda 50 bin) Irak üzerinden de diğer Arap ülkelerine gidemeyeceğine göre Mısır üzerinden RORO taşımacılığıyla çok yüksek maliyet sorunuyla karşılaşacaktır. İşin içinde bir de PKK olayı var. Amerikalıların Irak'tan çekilmesiyle İran dolaylı dolaysız PKK ve genel olarak Kürt dosyasında çok daha etkin olacaktır. Mezhepsel nedenlerden dolayı Iraklı Türkmenler üzerinde de etkili olan İran, Malatya'daki Amerikan radarlarından dolayı da Türkiye'ye kızmaktadır. Suriye ile aynı çizgide ve stratejik ittifak içinde davranan İran, ABD işbirlikçisi Körfez ülkelerine karşı da duyarlılığını sürdürmektedir. Amerikan destekli Körfez ülkeleriyse bir yandan 'Arap Baharı'' ülkelerindeki 'İslamcı Sünni' iktidarlardan diğer taraftan da ABD'nin desteğinden medet ummaktadır. Ama bu ülkeler bölgenin en önemli ve büyük Sünni ülkesi Türkiye'nin güç ve yeni politikalarına güvenmektedir. Oysa bunların tümü bir zamanlar hilafeti temsil eden Osmanlı yönetimi altında yaşamış ama hepsi de Osmanlı'ya kazık atmıştı. Huylu huyundan asla vazgeçmeyecektir. Örneğin şu an Suriye konusunda Türkiye'ye en çok gaz vermeye çalışan ülkelere bakalım. Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün... Önce şunu söyleyelim: Bu üç ülkede demokrasi adına hiçbir şey yok. Bu üç ülke yönetimi gerici, bağnaz ve beyinsel olarak ortaçağın ilkel beyin kıvrımlarını temsil eder. Çünkü bu kıvrımlarda genetik bir hal alan ihanet ve rezaletler vardır. Suud Ailesi, Katarlı El-Sani Ailesi ve Osmanlı'ya ayaklanan Şerif Hüseyin'in torunu Ürdünlü Kral Abdullah. Az bir zamanınızı ayırıp bu üç aileyle ilgili Google'da kısa bir sorgulama yaptığınızda bu üç ailenin, 150-200 yıllık Osmanlı-Türk nefretini öğrenebilirsiniz. Bu üç aile er ya da geç 100-150 yıl önce yaptıkları gibi yine emperyalist ülkelerle (O zamanlar İngiltere şimdi ABD) işbirliği yaparak Türkiye'ye ve Türklere mutlaka ihanet edeceklerdir. Çünkü onlar kendi iradeleriyle davranmaz, davranamaz. Söylediğim gibi ihanet onlar için genetik bir alışkanlıktır. Çünkü onlar köledir. Aynı genetik alışkanlık onların okyanus ötesi patronları için de geçerlidir. Ne kadar yaşarım bilemem ama bu ihaneti ben mutlaka göreceğim. O zaman da bu yazıyı birilerine hatırlatırım ama onlara söyleyecek başka sözlerim de olacak.