Her milletin edebiyatı, içinden çıktığı coğrafyanın acıları ve hatıralarıyla şekilleniyor. Latin Amerika Edebiyatı da böyle. İspanyol sömürgesi öncesi yerlilerin yiğitliklerine övgü, saflığa özlem, acılara ağıt, sonrasında sömürge dönemi ve diktatörlerin baskıcı yönetimlerine karşı özgürlük mücadeleleri ile vücut buluyor Latin Amerika Edebiyatı. Şili’de Pablo Neruda, Arjantin’de Borges, Kolombiya’da Marquez, Küba’da Jose Marti, Meksika’da Octavio Paz burçları oluyor bu özgün edebiyat kalesinin. Her biri Latin Amerika’nın ‘kesik damarları’na aşina kılıyor bizi. Aldıkları Nobel ödülleri kıtanın acılarını ve özgürlük mücadelesini bütün dünyanın şahitliğine sunuyor.
‘Kendi hayatımı değil de başkalarının hayatını yaşadım... Benim hayatım, bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır’ diyen Neruda gibi her biri, edebiyatçı duyarlılığı ile nice hayatı iç içe yaşıyor.
Pablo Neruda, Şili’yi, Aymara dilinde ‘dünyanın bittiği yer’ olmaktan çıkarıp, şiirin samimi toprağı yapan en önemli şairlerden. Neruda’nın şiirlerinde en sert haykırışların bile bir dinginliği var;
‘Halkım ben, parmakla sayılmayan/Sesimde pırıl pırıl bir güç var’ dizesi gibi...
Başkent Santiago, onun şehri. Şayet Şili’nin son 20-30 yılda yaşadığı ekonomik kalkınmayla değişen çehresini hesaba katmazsak, ülke Neruda’nın kelimeleriyle örülü sanki... Hatırasını yaşatan üç ev var Şili’de; La Chascona, La Sebastiana ve Isla Negra’da. ‘Dağınık Saçlı’ eşi Matilda’nın sıfatını taşıyan ‘La Chascona’, Şili’de edebiyatın izini sürenlerin uğrak yeri. Neruda’nın özel eşyalarının ve ona ilham veren And Dağları ile kuşatılmış bahçesinin olanca doğallığı ile korunduğu müze ev, Neruda’nın arzuladığı özel bir mimariye sahip; taş merdivenlerle birbirine bağlanmış mütevazı küçük yapıların üzerini üzüm asmaları örtüyor.
Pablo Neruda, aslında Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto... Babasının onu başka mesleklere yönlendirme çabasına karşın o, bu ismi terk ederek Çek şair Jan Neruda’dan esinlenip kendine Pablo Neruda ismini veriyor. Konsolos olarak diplomatik görevlerle dünyayı dolaşıyor ama her zaman kendi toprağıyla olan bağını şiirlerinde gösteriyor. Evinin bahçesindeki asma kökleri, şiirlerinde dünyayla kurduğu ilişkiye dair bir metafora dönüşüyor. Dünyadan devşirdikleriyle onu dinleyelim;
'Bir şarkıcıyım ben,
Avrupa’nın bağlarında dolaştım;
Gezindim rüzgârlar altında.
Asya’nın rüzgârı altında.
Yaşamlar içinde en iyisi
Yaşam bile,
Dünyanın tadı;
Ak pak barış bile;
Avareydi
Devşirdim
Evet devşirdim.
Başka toprakların
En iyisi
Yüceltti şarkısını dudağımda;
Bağların ortasında
Barışın ve rüzgârın özgürlüğü!
İnsanlar nefret ediyor gibiydiler
Birbirleriyle.
Yine de aynı gece
Birbirlerinin üzerlerini
Örtüyorlardı.
Bizi uyandıran
Tek ışık
Dünyanın ışığıydı bu!
Evlerine girdim,
Yemek yiyorlardı masalarında;
Fabrikadan çıkmıştılar,
Gülüşüp ya da ağlaşıyorlardı.
Ve de
Hepsi birbirine benziyordu.
Ve hepsi de
Gözlerini ışığa çeviriyorlardı
Yollarını arıyordu hepsi de.
Hepsinin bir ağzı vardı
Türkü çağırıyorlardı,
Türkü çağırıyorlardı
İlkbahara dönük!
Hepsi.
İşte rüzgârda
Bağ çubuklarının arasında
En iyi insanları devşirdim
Şimdiyse dinlemeniz gerek beni.'