İslam’a ve onun kutsal değerlerine sistematik saldırılar tarih boyunca sürdü. 2006 yılından beri de karikatürler üzerinden devam ediyor. Bu tür İslam karşıtı tavırların kıyamete kadar süreceğini öngörmek zor değil. Burada önemli olan bu saldırılar karşısında Müslümanların nasıl tavır alıyor olduğu.
Kuşkusuz en etkili tavır, bu dinin değerlerini en doğru şekilde hayata geçirebilmek ve saygın Müslümanlar olabilmek. Gerek ferdi ahlak planında, gerekse toplumsal hayatta dini en güzel yaşayanlar olarak varlık gösterebilmek. Hiçbir temsil biçimi, hal lisanıyla ifade edilenden daha etkili değildir. Bu lisan öyle bir şekilde hayata karışmalı ki, güzel Müslümanlık halleri, İslam kılıfı altında terör yapanların çirkinliğini örtsün.
Fakat işin bir de aksiyon tarafı var; ikiyüzlü bir düşünce özgürlüğü kılıfı altında inançlarımıza saldırı yapılırken, hem teröre karşı durmak ama aynı zamanda etkili bir duruş ortaya koymak. İslam karşıtı tavırlar karşısında günübirlik ya da sloganik tepkiler yerine şerri hayra dönüştürecek, aklı başında stratejik refleksler geliştirebilmek.
Hatırlayalım, 2006 yılında karikatür krizi baş gösterdiğinde Müslüman ülkelerin meydanlarından protesto sesleri yükselmiş, sloganlar göklere ulaşmıştı. Bu tepki elbette önemliydi. Ama yeterli değildi. Nitekim STK’lar çeşitli çalışmalar yaptılar. İçlerinde uzun vadeli, kalıcı etkiler bırakanlar olduğu gibi emek israfı yapanlar da oldu. Avrupa’da etkin bazı sivil toplum önderlerinin tespitine göre, Danimarka başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde Hz. Peygamber(as)'i tanıtmaya yönelik dağıtılan bazı broşür ve kitaplar, Avrupa insanının anlam dünyası hesaba katılmadan hazırlandığı, doğru iletişim stratejileri kullanılmadığı, hatta pek çok çeviri hatası olduğu için kullanılmadan imha edildi. O zaman yapılan bu emek israfı bugün bize ışık tutmalı. Bir iş yaptık zannı içinde kendimizi tatmin yerine Müslümanlar olarak enerjiyi doğru yerde kullanmalı, bilinçli ve stratejik adımlarla hareket etmeliyiz.
Bu tür saldırılar karşısında tavır alacak STK’ların konjonktürel değişimleri doğru okuması bu nedenle önemli. Her ne kadar ikisi de karikatürlerden çıkmış olsa da, 2006 krizi ile 7 Ocak krizi aynı değil mesela. Malum, aynı nehirde iki kez yıkanılmıyor. Bu kez Avrupa ve Müslümanlar farklı bir tecrübe yaşıyorlar. Avrupa’dan gelen pek çok beyanat Avrupa’nın Müslümanlar konusunda kafa karışıklığı içinde olduğunu net biçimde gösteriyor. Bir yanda Müslümanların Avrupa’nın bir parçası olduğu realitesi, öte yandan bunu kabullenemeyiş… Tam da bu noktada, 7 Ocak Paris saldırıları eğer Müslümanlar tarafından iyi değerlendirilirse bir hayra dönüştürülebilir. Avrupa kendi realitesiyle yüzleştirilebilir.
Başbakan’ın Paris’teki terör karşıtı yürüyüşe katılması bu bakımdan önemliydi. Böyle duruşlar, İslamofobi’ye ve teröre karşı panzehir olabilir. Müslümanların savunmacı bir refleksten uzak, kendi kalarak atacağı şahsiyetli adımlar hem İslam’ın terörle yan yana gelmesinin önüne geçebilir, hem de Avrupalı Müslümanların şartlarını rahatlatabilir.
Bugün Müslümanların en ihtiyaç duyduğu şey, kendi içinde tutarlı ve saygın bir duruş sergileyebilmek. Karşı tarafın çelişkilerini söylemekten çekinmeyen ama aynı zamanda iletişim kurulabilir, diyaloğa açık güçlü bir şahsiyet ortaya koyabilmek. İslam dünyasında bunu yapabilecek yegâne ülke ise, hâlâ Türkiye.