Adana Aladağ'da bir öğrenci yurdunda 11 genç fidan yanarak can verdi. Allah hepsine rahmet eylesin, ailelerine sabırlar versin. Söylemesi dahi insanın içini yakan bu facianın ardından çeşitli iddialar dile getirildi. Yangın merdiveninin kapısının kolu olmadığı, kapının plastik PVC olduğu, elektrik panosunun eski olduğu gibi uzman görüşleri ifade edildi. Elbette sebepler dairesinde gerçek sorunun ne olduğu, önümüzdeki günlerde daha net şekilde ortaya çıkacak. Fakat bu elim hadise, hepimize hiç de yabancı olmadığımız toplumsal alışkanlıklarımızı hatırlattı. Ne yazık ki, 'bir şey olmaz'cı bir toplum olduğumuz için, rastlantılarla yaşıyoruz. Tedbir almakla kader düşüncesi arasında doğru bir bağ kuramıyoruz. Tedbir-tevekkül-kader çizgisini doğru konumlandıramadığımız için bu tür felaketlerle karşılaşıyoruz.
Zihniyet oluşumu bir anda oluşan bir şey değil. Süreç içinde şekilleniyor. Dini anlayışlar, töreler, adet ve usuller, sorumluluk ve liyakat konusundaki hatalı yaklaşımımız zihniyet oluşumunun birer parçası. Her şey çocuklukta başlıyor. Çocukların sorumluluk sahibi olması ise, karşılarında sorumluluk sahibi anne-baba görmesiyle yakından alakalı. Bireysel sorumluluk, insanı tüm toplumu ilgilendiren sosyal sorumluluğa da götürüyor.
Kapı kolu olmayan bir yangın merdiveninin aslında yok hükmünde olduğunu öngörmemek, dert etmemek ya da eskiyen elektrik panosunu nemelazımcı ya da bir şey olmazcı bir sorumsuzlukla ihmal etmek, bu toplumun zihin aynasını yansıtıyor. Kurallar ve tedbirlerle yaşamanın çoğu insana 'sıkıcı' geldiği bir yapı içinde, her şeyin kitabına uygun yapılması ise 'aşırı' hassasiyetler olarak nitelenebiliyor. Bu kültürel alışkanlığın temelinde ne yazık ki, cehalet ve liyakatsızlık var. Oysa ihtiyacımız olan, cesareti, merhameti, tedbir ve tevekkülü doğru yerlerde devreye sokabilecek bir yaşam becerisine sahip olabilmek.
Temeli tedbir olan tevekkülü, çoğu zaman yanlış yorumluyor, sorumsuzluğumuz ve tembelliğimizi, ona kılıf yaparak, kavramı kirletiyoruz. Çalışmadan kazanamayacağımızı, ekmeden biçemeyeceğimizi, sorumluluk almadan yetki alamayacağımızı ıskalıyoruz. Sorumlu bir hayat, tavla oynamak gibi değil, satranç oynamak gibi yaşanabilir ancak. Nitekim Hz. Mevlana, sebep-sonuç ve tedbir-tevekkül ilişkisini şöyle anlatıyor;
“Ey oğul, her taş sürmenin neticesini, ondan sonrakinde gör. Sebebi sebep içinde idrak et. Gözünü etraftan çevir de, mat edip oyunu kazanıncaya kadar ne oyunlar oynayacaksan hepsini gör. Laf olsun diye Allah'a tevekkül ettim deme. Bu, tavla oynayan acemilerin 'Allah'a dayandık' demelerine benzer.”
Hayat bir sınav olduğu kadar, aynı zamanda bir sanat. Yaşamın zorluklarına karşı harcayacağımız potansiyel çabayı, tedbirsizlikler sonrası yaşayacağımız acı ve zorluklar için değil, tedbir alıp, haklı bir tevekkül için harcarsak aslında çok daha kârlı bir yatırım yapmış oluruz. Yaşadığımız acılardan ders çıkarmak ve gündelik hayatın tüm detaylarını özeleştiriye tabi tutmak, acımızı hafifletmez ama sonrası için bize çok şeyi bağışlayabilir.