ÖZGÜRLÜK ÇIĞLIĞI!
Duran adam eylemi hepimizi şaşırttı. Elleri cebinde genç bir adam Taksim Meydanı’nda öylece duruyordu. Çantasında suyu ve bisküvisi… Hiçbir şey yapmadan gözlerini Atatürk posterine dikmiş öylece duruyordu. Saatler boyunca kıpırdamadan duran bu adamın eylemi polis kuşatması altındaki bir meydanda özgürlük çığlığı gibiydi. Hemen yankısını buldu. Binlerce insan sokakta, parkta ‘duran adam eylemi’ yapmaya başladı. Bütün eylem geleneklerimizi altüst eden bu postmodern sivil itaatsizlik eylemi hepimizi şoke etmişti. Mesaj çok açık ve netti: Madem yürümemize, toplanmamıza izin vermiyorsunuz o halde dururuz. Tarihimizin belki de en barışçıl sivil direnişi de başlamış oldu.
Peki bu basit eylem nasıl oldu da bir anda tüm ülkeye yayıldı? Gündemdeki tek konumuz haline geldi? Söndü denilen Gezi yangınını nasıl oldu da alevlendirdi?
‘Oturan kadın’ın hikâyesine uzanalım ister misiniz?
Buyurun o halde Atlantik ötesine... Amerika’ya... Rosa Parks’ın hikâyesine...
‘Duran adam’la yeni tanıştık… ABD yıllar önce ‘oturan kadın’ın peşinden gitmişti
Sivil direnişin annesi: Rosa Parks
Jim Crow kanunlarına göre otobüslerde oturma önceliği beyazlarındı… Zenciler ise ayakta bekliyordu. Rosa Parks ‘Çok yorgunum’ dedi ve oturdu… Binler peşinden gitti
Rosa Parks, 1913 yılında Alabama’da doğdu. Marangoz bir babanın, öğretmen bir annenin kızıydı. Küçük yaşta babasını kaybetmişti. Genç sayılacak yaşta evlenmişti. Bir konfeksiyon atölyesinde çalışıyordu. Yurttaş Hakları Girişimi’ne üye olmuştu.
1 Aralık 1955 günü ilginç bir olay yaşandı. Rosa Parks her akşam olduğu gibi otobüse bindi. Montgomery’de çalıştığı konfeksiyon atölyesinden evine dönecekti. Otobüslerde ön sıralar beyazlarındı. En arka sahanlık gibi ayakta durulan yerler ise zencilerindi. Bir de beyazların koltuklarının hemen ardında karma halde oturulan koltuklar vardı. Orayı da beyazların ayakta kalması halinde boşaltmak zorundaydılar.
Otobüs o gün biraz daha kalabalıktı. Ve beyaz yolculardan biri ayakta kalmıştı. Rosa Parks ise karma olarak oturulan yerde bir koltuk bulmuş ve yerleşmişti. Tam bir durak kadar yol almışlardı ki bir beyaz yolcu geldi ve Rosa Parks’ın kalkmasını söyledi. Jim Crow kanunları gereği Rosa, ayakta kalan beyaza yerini vermek zorundaydı.
Peki neydi Jim Crow kanunları?
Jim Crow bir tiyatro karakterinin ismiydi. İngiliz tiyatro sanatçısı Thomas Rice’ın canlandırdığı bu karakter ilkel, geri zekalı ve sürekli aşağılanan bir zenciydi. Bu isim giderek yıllar içinde ırk ayrımcılığının sembol ismi haline gelmişti. Yani beyaz Amerikalılar aşağıladıkları zencilerden söz ederken ‘Jim Crow gibi’ sözünü kullanmaya başlamışlardı. Bu yüzden okullardan restoranlara, asansörden hastaneye kadar yapılan tüm ırk ayrımcılığına Jim Crow kanunları deniyordu. Buna göre her türlü ulaşım aracında zenciler arka kapıdan binmek ve kendilerine ayrılan arka koltuklara oturmak zorundaydılar. Ayrıca bir beyaz ayakta kalırsa yine yerini ona vermekle yükümlüydüler.
‘ÇOK YORGUNUM’
İşte o gün Rosa Parks’ın başına dikilen beyaz yolcunun hatırlattığı bu yasaydı. Ardından otobüsün şoförü uyardı: “Hemen koltuğu boşalt!”
Ancak Rosa oralı bile değildi. “Çok yorgunum” dedi. Aslında yorgunluk bir bahaneydi. Uzun zamandır kendisini bu eyleme hazırlamıştı. Hemen yanındaki 3 zenci koltukları boşaltmışlardı. Ancak ayakta kalan bir beyaz daha olduğu için Rosa’nın da kalkması gerekiyordu. Sonunda otobüs şoförü silahını çekerek uyarıda bulundu. Ancak Rosa direnişe devam etti. Durum polise bildirildi. Rosa gözaltına alındı.
Rosa Parks, 3 gün gözaltında tutuldu. Ancak ne olduysa o zaman oldu. O yıllarda genç bir rahip olan bu olayın üzerine eğildi. Başkanlığını yaptığı Yurttaş Hakları Girişimi’nin bir üyesinin bu sebepten gözaltına alınmasını hazmedememişti. Siyahlar arasında toplantılar yaptı. Bu ırkçı tavrı protesto etmeleri hatta işi boykota kadar götürmeleri gerektiğini anlattı. Görüşü kabul edildi. Ve Amerika tarihinin en uzun süreli ve en devrimci boykotu başlamış oldu. Adı Montgomery Otobüs Boykotu idi. Alabama’da (ki Alabama ırkçılığın en fazla yaşandığı bölgeydi) hiçbir zenci toplu taşıma araçlarını kullanmamaya başladı. Herkes işine, okuluna yürüyerek, bisikletle veya zencilerin araçlarıyla gidiyordu. Otobüs şirketleri çok zor duruma düşmüştü.
Rosa Parks ise küçük bir kefaletle serbest kalmıştı.
Ama boykot tüm ülkeyi sarmıştı. Rosa Parks’ın başlattığı bu ilk sivil itaatsizlik eylemi tüm Amerika’da duyulmuştu. Parks da bu eylemle ırk ayrımcılığının sembolü haline gelmişti. Ama en az onun kadar öne çıkan bir başka kişi ise rahip Martin Luther King oldu. Çünkü hedefteki isim King’ti. Evi, Ku Klux Klan üyelerince bombalandı. Yetmezmiş gibi boykotu kışkırttığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Bir ay hapiste kaldı. Ama bu yapılanlar boykotun etkisini daha da arttırdı. Otobüs boykotu giderek ülke çapında yayıldı.
Tam bir yıl bir ay sürdü ünlü boykot.
Sonunda Federal mahkeme toplu taşım araçlarındaki ırk ayrımcılığını yasakladı. Bu zaferin ardından Martin Luther King, Güney Hristiyan Liderlik Konferansı’nı (SCLC) kurdu. Aynı zamanda Yurttaş Hakları Hareketi’ne de öncülük etmeyi sürdürdü. Yurttaş Hakları Hareketi, tüm Amerika’da ırk ayrımcılığına karşı sivil itaatsizlik eylemleri yaptı. King kendisine Mahatma Gandhi’yi örnek alıyordu. Onun gibi şiddetten uzak, sivil ve barışçıl eylemlerle haklarını savunuyordu.
Bu barışçıl tavrı büyük ilgi görmüştü.
YÜZ BİNLER SOKAKTA
28 Ağustos 1963’te ırkçılığa karşı yaptıkları ünlü Washington yürüyüşüne (önemli bir kısmı da beyazlardan oluşan) tam 250 bin kişi katıldı. Başkan Kennedy uzlaşmayla sorunların çözülmesini ve yürüyüşün durdurulmasını istese de King geri adım atmadı. Ve Washington’daki Lincoln Anıtı önündeki ünlü konuşmasıyla yürüyüşü tamamladı.
“Benim bir hayalim var” diye söze başladı. “Bir gün eski kölelerin çocukları ile köle sahiplerinin çocukları aynı masa etrafında kardeşçe dizilip oturduklarını görüyorum. Rüyamda dört küçük çocuğumun bir gün renklerine göre değil karakterlerine göre değerlendirilecekleri bir toplumda yaşadıklarını görüyorum” diye bitirdi.
Martin Luther King’in barışçıl yürüyüşü uzun sürmedi. Özellikle Vietnam Savaşı’na karşı takındığı tutum ve barışçıl söylemi ABD’yi oldukça zora sokmuştu. Amerikan derin devletinin kirli elleri ona da uzandı. 1969 yılında Memphis’te kaldığı motelin balkonunda uğradığı silahlı saldırıyla hayatını kaybetti. Ölüm haberinin duyulmasıyla 58 kentte isyan başladı. Birçok şehir ateşe verildi. Başkan Johnson mecburen ulusal yas ilan etmek zorunda kaldı. Olaylar biraz olsun sakinleşti. Cenaze törenine 300 binden fazla kişi katıldı. Ve Amerika’nın barış sembolü olarak anıldı.
King’le beraber Jim Crow kanunları da tarihin çöplüğüne gitti. Irk ayrımcılığı içeren yasalarda düzenlemeler yapıldı ve ırksal ayrımcılık yasaklandı.
ÖLÜMLE TEHDİT EDİLDİ
Rosa Parks’a neler oldu dersiniz?
Rosa Parks otobüs direnişini başlattıktan sonra Alabama’da hedef kadın haline geldi. İşten çıkartıldı, ölümle tehdit edildi. Detroit’e yerleşmek zorunda kaldı. Yıllar sonra Temsilciler Meclisi üyesine danışmanlık yaptı. Yurttaş Hakları Hareketi’nin bir üyesi olarak konferanslar verdi. Sivil direnişin annesi ilan edildi. Sayısız insan hakları ödülü aldı. 2005 yılında yaşama veda etti.
Halen onun adına insan hakları ‘ırkçılıkla mücadele ödülü’ veriliyor.
***
Evet işte böyle... Bizde duran adam, Amerika’da ise oturan kadın bir yangını başlattı.
Diyebilirsiniz ki Amerika’da bir koltuk kavgasıyla başlayan bu protesto ırk ayrımcılığına karşı bir tepkiydi. Peki ya bizde öyle mi?
Bizde de bir park ve birkaç ağaç için başladı ama iş özgürlüklere geldi dayandı.
Özgürlük rüzgarına karşı durulabilir mi?