Çocukluğumda ve ilk gençliğimde “sütyen”in “süt” sözcüğünden, “kürdan”ın ise Kürt sözcüğünden geldiğini sanırdım.
Önce sütyen’den başlayalım: Öyle ya, sütyenin içinde meme vardır, memede de süt vardır! (Afrika’nın bazı ülkelerindeki kadınlar hariç tabii... Memesinden reyting devşirenlerin memesinde süt olsa ne olur olmasa ne olur, pek tabii ki o da ayrı!..)
Evet çok sonradan öğrendim ki meğer sütyen’in aslı sutyenmiş.
Peki sutyen’in kökeni neymiş? Ona bir bakalım...
Latince “tenere” sözcüğü “tutmak” anlamına geliyor. Fransızcaya ise “tenir”, “tien” ve “tain” olarak giriyor.
Fransızca “soutien” sözcüğü Türkçeye sutyen olarak girmiş. Yani “alttan tutan”...
(Bu durumda bikini’ye ne diyeceğiz, bilmiyorum. “Bi” takısı, “iki” anlamına geliyor. Hani bi-seksüel iki cinse de meyyal anlamına geliyor ya... Bi-kini de iki parçalı mayo demek... “Bi’kerem” sözcüğü ise iki Kerem anlamına gelmiyor elbette!.. Bi’kerem Kerem ile Aslı bile tek vücutta aslında...)
Dağıtmayalım; soutien, alttan tutan anlamında ya... İngilizcede “to contain” tutmak manasına geliyor. O halde konteyner yani container, “yük tutan” demek...
Demek ki “sutyen yüklü konteyner” dediğimizde “alttan tutanı tutan” mekanizmayı anlamış oluyoruz!
Gelelim “kürdan”a...
“Cure” Fransızcada “kür-temizlik” demek... Hani bakım kürleri denir ya, işte o kür...
Peki “diş” neydi? “Dent” demekti değil mi? Hatta diş hekimleri artık kendisine “dentist” diyor...
Böylece “cure-dent” kelimelerinin okunuşu olan “kür-dan” sözcüğü “diş temizleme” oluyor...
Pedikür ve manikür de aynı kökten... Pedi-cure... Mani-cure...
“Pedi”, ayak demek... Yani ayak temizleme...
“Mani”, el demek... Yani el temizleme... (Manüel de “elle yapılan” manasında...)
Ha, bir de cure-tage yani kürtaj sözcüğü var. “Tage”, rahim demek... Yani rahim temizleme...
Peki, temizlik sözcüğü nereden geliyor? Cevabı basit: İmandan...
AĞIR YAZI
Bayram devam ediyor. Bazıları “bayram bayram”, anlaşılmaz sözcük yığınlarını yan yana, üst üste koyarak köşe yazısı yazıyor.
Düşündüm, ben de “bu minvalde” bir yazı yazayım dedim. Mesela şöyle bir yazı yazı:
“Türkiye olağanüstü bir süreçten (vetireden-”proses”) geçmektedir. Laik Türkiye’nin tüm kurum ve kuralları hatta tüm durum ve kuramları destabilazasyon uygulanarak, tıpkı bir kozmosun literatürel karmaşıklığı gibi yitiksel bir koşullanmaya itilmektedir. (Bkz: Hansditrihgençer... sf:1187) Anabilimsel determinasyon çerçevesinde yakın erimde Türkiye Afganistanlaşacaktır. Çünkü büyük aydınlanma devrimi (revolution) -örneğin 1879 Fransız Devrimi- gönençsel bir devrim olup, bu devrim 1950’den sonra konservatizm içdürtüsüyle dürtüklenmiştir. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak olası değildir. Hatta söz konusu vatansa gerisi Ruhat Mengi’dir. (Bkz: a.g.e. sf: 1156, sütun 2)... Kadim Mısır uygarlığını temellendirmek gayesine matuf içsel yolculuk, Yüce Gök Tanrı’nın epistemolojik ve ontolojik mevcudiyetine varsıllık katar. Bunun bir yoksulluk (yoksunluk- “mahrumiyet”) telakkisine bütünsellik katacağını kestirmemek olası değildir. Kaldı ki bu yazıyı anlayabilmek de “mümkünatlı” (mümkünse olanaklı diye okuyunuz) değildir. Ben bir şey anladıysam Arap olayım.”
Evet yukarıda okuduğunuz yazıyı ben de anladıysam Arap olayım. Dolayısıyla anlayan varsa, o kişi Arap’tır. Gerçi bunu bir Arap’ın da anlayacağını sanmıyorum!
SOKAK İSİMLERİNDEKİ ÇIKMAZ
Şu cadde ve sokak isimleri meselesini bir türlü çözemedik. Örneğin Bangladeş’in kurucusunun ismi Ankara’da bir bulvara verilmiş.
Bulvarın adı aynen şöyle: Bangabandhu Şeyh Muciburrahman Bulvarı...
Geçenlerde Kadıköy’de bir sokak ismi gördüm, aynen şöyle: Misbah Muhayyeş Damga ve Neşet Ömer Sokak...
“Atatürk ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü” gibi bir isme sahip olan bu sokağın ismini kim böyle “damga”ladı, bu isim kimden “neşet” etti, bilmiyorum.
Sokak “duble sokak” olsaydı anlardım. Hatta bu ismi koyan kişi, ismi koymadan önce “bi’duble” içmiş olsaydı, yine anlardım.
Duble sokak olsaydı, şundan dolayı anlardım: En azından sokağın bir tarafı Misbah Muhayyeş Damga; diğer tarafı Neşet Ömer olurdu!