Bazen ciddi ciddi yazı yazmak yerine daha hafif yazılar yazmak gerektiğine inanırım.
Malum; "hafif" sözcüğünün karşıtı "ağır"dır.
"Ciddi" sözcüğünün karşıtı ise "gayriciddi"dir.
Gayriciddi kelimesi ise günlük kullanımda en "hafif" deyimiyle "seviyesizlik" olarak telakki edilir.
Keza, çok ciddi bir siyasi yazı yazdığını sanan bazı köşe yazarları aslında ciddi yazı değil ya "karamsar" ya da "kötümser" yazı yazmaktadır.
Yani iyimser bir yazı pekala ciddi bir yazı olabileceği gibi, ağır bir yazı da pekala gayriciddi olabilir.
Örneğin, Şükrü Hanioğlu, Herkül Milas, Etyen Mahcupyan, Atilla Yayla, Süleyman Seyfi Öğün gibi yazarların yazıları hem ciddidir hem de cidden ağırdır.
Köşesinde Başbakan Tayyip Erdoğan'dan "RTE" diye bahseden bazı köşe yazarları ise ne kadar ciddi yazılar yazarsa yazsınlar yazıları "kafadan" gayriciddi olarak nitelendirilmelidir.
Rahmi Turan, Bekir Coşkun, Cüneyt Arcayürek, Emin Çölaşan, Yılmaz Özdil gibi isimler bu gruptandır.
Evet, bugünkü konuya "hafiften hafiften" girdikten sonra şimdi "ağır ağır" ilerleyelim.
Bir araştırma yapmak için geçen gün Taksim Atatürk Kitaplığı'na giderek eski gazeteleri karıştırdım ve şunu gördüm:
Zafer Mutlu ve Güngör Mengi'nin 1985 yılında kurulan Sabah gazetesini yönetirken tiraj almak için medya ahlakı noktasında nasıl bir zafiyet sergilediğine bir kez daha tanık oldum.
Örneğin, 1985 yılındaki bir nüshada bir trafik kazası haberi var..
Kaza sonucunda yetişkin bir genç kız yüzü kanlar içindeyken yere uzanmış yatıyor. Giysisinin üst kısmı ise kaza sonucu yırtıldığı için kızın üst kısmı tamamen açık kalmış.
İşte birinci sayfaya yerleştirilen bu haberde kızın ismi de verilerek kızın göğüsleri tamamen gözüküyor.
Genç kızın tamamen görünen göğüslerinin ucuna ise "ayıp olmasın" diye küçük bir bant koymuşlar.
Oysa o genç kız, haberden anladığım kadarıyla "göğüs frikiği" vermek için "iş kazası" yapan bir manken değildi!
Kaldı ki aynı kadro aradan 12 yıl geçtikten sonra 28 Şubat sürecinde "acayip güvenilir bir kaynak"tan haber kotarırken, konuşan bu güvenilir kaynağın ne göğsüne ne de gözüne bant yerleştirirdi.
Ya ne yapardı? Şapkasının silueti görünecek şekilde yüzünü "tamamen kapatırdı".
Özetle: "Siyasi cinayet" işlerseniz yüzünüz tamamen kapatılır.
"Trafik kazası"na maruz kalırsanız çıplak göğsünüzün ucuna bant yapıştırılır.
"İş kazası" yaptığınızda ise banttan yayını zül görür, direkt canlı yayın yaparsınız!
Türk dergiciliğine gelirsek: Türk dergiciliği denilince aklıma 60'lı yılların Yön dergisi gelir.
Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı "Yön" dergisi, "pusulası"nı şaşıranların "cem" edildiği (toplandığı) bir mecmua idi, pardon derlendiği bir dergi idi.
Bir de 50'li yılların bir Akis'i vardı. O Akis ki, bir dönem yazı işleri müdürlüğünü Cüneyt Arcayürek yapardı.
Askeri vesayet kültürünün nasıl "makes" bulduğunun yani nasıl akis yaptığının test vasıtalarından biri de bu dergiydi.
En önemli kapağı, ağzına X şeklinde yani "eks-çarpı-ölüm" manasında bant vurulmuş olan Menderes'in fotoğrafıydı.
Yani şimdilerde konuşulan "kaset" görevini o yıllarda "bant" icra ederdi.
Siz bakmayınız bant yayınına, o yıllarda televizyon olsaydı emin olunuz Menderes'in idamını banttan değil, canlı yaparlardı. Araya da Akis'in reklamını koyarlardı!