Hani denir ya, “önemli olan dış güzelliği değil, iç güzelliğidir” diye...
Bunu siyasete özgülersek şöyle diyebiliriz: “Önemli olan iç politika değil, dış politikadır”.
Hadi bunu bir de Kemalizm’e hamledelim. (Aman dikkat: Bağlayalım anlamında “Kemalizm’e hamledelim” dedim, “Kemalizm’e hamdedelim” değil!)
Derler ya hani, “Atatürk benim içimde yaşıyor” diye... Ben şimdi çıkıp “Atatürk benim dışımda yaşıyor” desem birileri hemen kızacaktır. Oysa bilmezler ki “benim içim dışım birdir”!
Evet, dış politika niye önemlidir? Önemlidir, çünkü “harici bedhahlar”, her daim iç mihraklara tesir eder.
O kadar tesir eder ki lisanımızı bile değiştirtmek isterler.
Misal, kötü niyetli anlamındaki bedhah ile kötü talihli anlamındaki bedbaht’ı birbirine karıştıran bir neslin inşasını öncelerler.
Ya da şeriat ile durum anlamındaki şerait de birbirine karıştırılır.
Çok şükür ki “Bütün tersaneler zapt edilebilir” cümlesindeki tersane ile dershane karıştırılmaz!
Evet dış politika sadece dış politika değildir. Örneğin, dışişleri bakanlığı ile enerji bakanlığı iç içe geçmiş iki bakanlıktır.
Diyelim ki dışişleri bakanlığı Kuzey Irak’tan gaz almak üzere anlaşma yaptı, bu anlaşmaya herhalde İran ve Rusya, ahi ya da lonca kültürüyle hareket edip “Hayırlı olsun komşu” demeyecektir.
Daha da eski tarihlere gidelim: 1917’de Rus devrimi olmasaydı, Ruslarla Ankara hükümeti herhalde anlaşma yapamazdı. Yakınlaşma ve anlaşma olduğu için Sovyet sınırındaki sıcak çatışmalar sona erdi.
Sona erdiği için Kazım Karabekir asker, teçhizat ve mühimmatın önemli bir kısmını Batı cephesine yönlendirdi.
Yani milli mücadelede Lenin faktörü DE önemlidir. ( Lütfen “de” takısını görmezden gelmeyelim!)
Şimdi gelelim dış politikada özellikle son günlerde gündeme oturan Birleşmiş Milletler “sorunsal”ına...
İlk kez Başbakan Erdoğan tarafından cesaretle ortaya atılan “daimi üye vetosu” meselesinin içinde hem vicdan eksikliği hem akıl noksanlığı unsuru bulunuyor. Önce kısa bir girizgâh yapayım: 1. Dünya Savaşı’nın önde gelen galibi kimdir? İngiltere... Mağluplardan biri kimdir? Almanya...
(Şu “Almanya yenildiği için biz de yenildik” cümlesindeki garabeti tekrarlamak istemiyorum. Lise tarih kitapları yıllarca bizi geri zekâlı yerine koydu. Bunu sorgulayanların ise aklını başından aldılar. Aklını başından alamayanlar bu kez köklü çözüm getirdi; direkt kellesini aldılar!)
Gelelim 2. Dünya Savaşı’na... Bu savaş da Almanya’nın yenilgisiyle sona erdi.
İşte savaşın galipleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin 1945’te oturdular, BM’yi oluşturdular. 15 üyeli Güvenlik Konseyi’nin üyesi de olan bu 5 devlet dedi ki:
“Ey, 5’imizin dışındaki devletler... Bir metne 14 üye de olumlu oy verse bu 5 üyeden biri veto ederse o karar çıkamaz. Çünkü biz galip devletleriz. Bazen birimiz dördümüzden büyüktür; beşimiz ise her halükarda hepinizden büyüktür.”
Buna karşılık Almanya ne yaptı? Avrupa’da petrol yok. Ortadoğu’nun petrolleri de İngiliz ve Fransız himayesinde...
E, bu ülkeler kalkınmak zorunda... Bunun için ne lazım? Enerji için kömür, inşaat ve otomotiv için ayrıca çelik lazım...
İşte AB’nin ilk nüvesi de Almanya öncülüğünde 1951’de kuruldu. Yani Almanya, AB’nin kurucu aktörü... İngiltere ve Fransa ise BM’nin... Kaldı ki İngiltere bile ancak 1973’te tam üye olabildi.
Bugün BM’nin veto hakkına sahip olmayan Almanya, Avrupa’nın en güçlü ülkesi ama veto hakkı yok.
Futbolda ise bunun tam tersi... Fatih Terim, takımını son iki yılda şampiyon yaptı ama yine de takımından gönderildi.
Kaldı ki Almanya iki dünya savaşında da yenilmesine rağmen bugün Avrupa’nın en büyüğüdür. Fatih Terim ise, yense de yenilse de zaten büyüktür.
Ama olsun; futbolda bazen “ayak oyunu” da olur!