Bu çığlık, bu haykırış yüreğine ateş düşmüş bir insana ait.
Üç gün önce Okmeydanı’nda öldürülen Uğur Kurt’un ablasına.
Otuz yaşındaki kardeşini kaybeden bir kadına.
Kimi muhatap aldığının, kime “sizin yüzünüzden kardeşim öldü” dediğinin, onun yaşadığı acı açısından bir önemi yok.
Ama bizim açımızdan var.
Çünkü bu haykırış, bu söz öyle kolay kolay kulak tıkayabileceğimiz bir söz değil.
Duysak, duyabilsek Kurt’un eşinin ve küçük oğlunun da elbette söyleyecek çok sözü vardır.
Ama biz duymayacağız, duyamayacağız.
Çünkü onlar “haber değerleri”ni biz ise bir kere daha insanlığımızı yitireceğiz.
Uğur Kurt’tan bir gün sonra bir başka kişi daha kaybetti hayatını.
Ayhan Yılmaz.
Sonrası malum.
“Okmeydanı’nda çıkan olaylarda ölü sayısı 2’ye çıktı” haberi girdi dolaşıma.
Ve mesele sayısallaştı.
Çirkinleşti.
***
Evet, kim suçlu?
Uğur Kurt’un polis kurşunuyla vurulduğu söylendi önce.
Sonra, farklı ihtimaller konuşulmaya başlandı.
20 polisin silahlarına el kondu.
İnceleme başlatıldı.
Toplum bir an önce Uğur Kurt’un kimin tarafından öldürüldüğünü bilmek istiyor.
Bu nedenle sorumluların sorumlu davranıp, bir cenaze töreninde yer alan bir sivil vatandaşın nasıl öldürüldüğünü açık ve net bir biçimde açıklaması ve failleri adalet önüne çıkarması gerekir.
Ve bunun takipçisi olmak ortak sorumluluğumuz.
Peki ya Ayhan Yılmaz.
El yapımı bombayla öldürüldü o.
Kim öldürdü?
Yaralanan polisler, linç edilmek istenen devlet memurları.
Kim getirdi onları bu duruma?
Eğer bu ülkede devlet diye bir şey varsa, bu denli pornografik bir tarzda kendisini sergileyen bu kalkışmanın faillerini bir an önce bulur ve yargı önüne çıkarır.
Toplumla devlet arasında yapılan sözleşme bunu gerektirir.
***
Bence bu duruma nasıl geldik sorusunun önemli muhataplarından biri de, kendilerini “başkaldırı romantizmi”ne kaptıran kişiler.
Birkaç gündür Okmeydanı’nda yaşadığımız savaş görüntüleri, sosyal medyada ayyuka çıkan “silahlarınızı bize getirin” çağrıları, silahlı grupların İstanbul sokaklarında saçtığı dehşet, ölüm tehditlerinin havada uçuştuğu bu kaotik ortam kimin eseri?
Bu sürecin ahlaki zeminini kim inşa etti?
1970 model Marksist-Leninist sokak savaşçılarının piyasaya sürüldüğü politik iklim öncelikle kimin mahareti?
Devletten beklediğiniz cevap, “başkaldırınız mübarek olsun cevabı mı?”.
Başkaldırı romantiklerine sormak istiyorum:
Acaba bu olan biten karşısında da, “gitti gidecek, az kaldı, daha fazla dayanamaz, 2015’i göremez” mi diyorsunuz, yoksa “bu süreç bizim kontrolümüzden çıktı” mı?
“İnceldiği yerden kopsun mu” diyorsunuz yoksa “meşru, açık, şeffaf siyaset zeminleri yaratmalıyız” mı?
Hannah Arendt’i hala anıyor musunuz? Hani şu “şiddetle değişen bir dünya, ancak daha çok şiddetin varolduğu bir dünya olur” diyen.
Yoksa, yeniden kent gerillası öyküleri okumaya “iktidar, namlunun ucunda büyür” diyen Mao’yu daha sevimli bulmaya mı başladınız?
***
Seçilmiş iktidara yönelik her yıkıcı hamleyi bir siyasi fırsat olarak görmek, ne Makyavelizmle ne pragmatizmle izah edilebilir.
Bu olsa olsa acziyettir, politik acziyet.