Artık bir Türkiye klasiği haline geldi. Ne zaman “Çözüm Süreci” ile ilgili olumlu açıklamalar yapılsa, bu yönde adımlar atılsa bir yerlerde bir olay patlıyor. Ardından gelen açıklamalar ise birbirinin hep aynı:
-Süreci baltalamaya yönelik provokasyon.
İşin garibi “provokatör var” diye en çok bağıranlar da ortalığı karıştıran bir numaralı aktörler! Bir de bunların destekçileri var. Çoğunlukla sivil toplum örgütlerinin ve medyanın içinde yer alıyorlar. Onların görevi ise “provokasyon” kelimesini köpürtüp vatandaşın önüne koymak.
Bir yandan Kandil’e gidip “Bitti bu iş, böyle çözüm olmaz” türünden açıklamalar toplayıp geliyorlar. Bu arada, yorumlar yapıp içine “Devlet gerekli adımları atmıyor” mesajları sıkıştırıyorlar. Her olay sonrası da ayrı sözleri tekrarlayıp duruyorlar:
-Bu bir provokasyondur.
* * *
6-8 Ekim olaylarında yaşadık bunları. Aynı film Cizre olaylarının ardından vizyona konuldu.
Biliyorsunuz, 6-8 Ekim öncesi, çağrılar yapıldı. Halk sokaklara dökülmeye davet edildi. Yetmedi, her türlü tahrik sergilendi; hatta hedef bile gösterildi. Bedeli ise son derece ağır oldu. Onlarca insanımız hayatını kaybetti. Hiçbir suçu ve günahı olmayan gençlere işkence yapıldı; başları taşlarla ezilerek katledildi.
Aslında sorumlular belliydi. Ama onlar her zamanki gibi devleti ve “provokatörleri” suçlayarak aradan sıyrılmaya çalıştı.
Birkaç gün önce de Cizre Olayları’nı yaşadık…
Yine aynı oyun kurucular ve gruplar başroldeydi. Hazırlıklar yapıldı, hedef belirlendi. Belediyenin iş makineleri devreye sokuldu. Belli bir mahallenin etrafına hendekler kazıldı. Gece de uzun namlulu silahlarla büyük bir saldırı başlatıldı.
Olay medyaya “İki grubun tartışması” olarak yansıtıldı.
Oysa hiç öyle değildi. Bölgede hakimiyetini tescil ettirmeye çalışanlar, kendilerinden farklı düşünenleri hedef almıştı. Onları korkutmaya, sindirmeye ve kaçırmaya yönelik bir operasyon gerçekleştirilmişti.
Yaşananlar 6-8 Ekim olaylarından farklı değildi…
Hedeftekiler bile aynı insanlardı!
* * *
Üstelik, bu defa kamuoyu ne olup bittiğini çok daha iyi gördü. Belediyenin iş makineleri ile kazılan hendekler, saldırıya katılan yüzü maskeli silahlı kişiler ve tahrip edilen evler, bir film şeridi gibi ortalığa döküldü.
Saldırıya uğrayanlar da medyanın önüne çıkıp konuşmaya başladı…
Ama hiçbir şey değişmedi. 6-8 Ekim Olayları’nın sorumluları aynı söylemlerini sürdürdü. Adeta hepimizle alay edercesine klişeleşmiş açıklamalar devam etti:
-Olaylar bir provokasyondur. İşin içinde devlet var…
İlginçtir, bu açıklamaları yapanların yanında, yüzlerini kapatmış ve muhtemelen olaylara katılan militanlar vardı. Tabii bu arada evleri saldırıya uğrayan ve kundaklanan insanların “suçlu” gösterilmesi ihmal edilmedi.
Bir başka ifadeyle…
Saldırganların sırtları sıvazlandı. Daha önce olduğu gibi onları savunan ve cesaretlendiren açıklamalar yapıldı.
* * *
Her şey o kadar açıktı ki… Yaşananlar o kadar ayan beyan ortadaydı ki…
Buna rağmen, hiçbir şey değişmedi. Çözüm Süreci’nin ilk gününden itibaren bunları aklayıp paklamaya çalışan “medya lobisi” atışa devam etti. Yine suç “provokatörlerle” birlikte devlete yüklendi.
Biraz daha zorlasalar, saldırganları “kahraman”, saldırıya uğrayan insanları da “IŞİD militanı” ilan edebilirlerdi! Ayrıca, bütün bu karartma sözde “Çözüm Süreci’ne destek” adına yapıldı.
Oysa ortada bir destek değil, apaçık köstek var.
Barışa ve kardeşliğe katkı mı sunmak istiyoruz? Kardeşliğin engellenmesini önlemeye mi çalışıyoruz? Provokatör mü arıyoruz?
O durumda hemen her fırsatta “provokatörler var” diye bağıran malum çevreye bakmamız gerekiyor!