Muhalefete bakarsak, herkesle kavgalıyız. Özellikle de Kılıçdaroğlu, ne zaman ağzını açıp dış politikadan bahsetse, geçimsiz, sevimsiz ve önüne gelenle itişip kakışan bir Türkiye imajı çiziyor.
Öyle mi acaba?
Değil tabii ki... Türkiye'nin hakkını, hukukunu korumaya kalkması, eline vurulup ekmeğinin alınmasına rıza göstermemesi bir geçimsizlik göstergesi değil. Bütün dünya milletlerinin uyguladığı temel bir politika! Aksini düşünmek, Mustafa Kemal Atatürk'ü de "kavgacı ve geçimsiz" liderlerin arasına sokup, Milli Mücadele dönemini bile sorgulattırır insana!
"Neler oluyor?" derseniz...
Olması gerekenler oluyor aslında!
Mesela, AB ile ilişkilere bakarsak, ortada bir kavga-dövüş yok. Sadece, yıllardır sürdürülen illüzyonların seviyesi azalmış durumda. AB'nin Türkiye gibi bir ülkeyi bünyesine kabul etmesi, zaten kendi içinde tartışmalı. Başından beri buna istekli görünmüyor, ayak sürüyor. Türkiye ise artık eski Türkiye değil. AB üyeliği için "Ben kendimi dar bir ceketin içine hapsetmeli miyim, hapsetmemeli miyim?" diye düşünüyor!
Bu yüzden uzun süredir top çevrilip duruyor...
Ayrıca...
Diyalog kesilmiş değil. Doğu Akdeniz'deki problemlere, Yunanistan ve Rumların oyunlarına ve samimiyetsizliklerine rağmen, ilişkiler yürüyor. Önünüzdeki günlerde bir araya gelmenin hazırlıkları yapılıyor.
Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi değil. Gerçekten öyle olsa, Yunanistan'la gırtlak gırtlağa girmiştik çoktan!
Zaman zaman ortak noktalar belirlenip, adımlar atılmaya bile çalışılıyor. Ancak, yılların algıları üzerine oturmuş sistemler buna engel oluyor.
Mesela Merkel, Suriye'nin kuzeyinde Türkiye ile işbirliğine hazırdı. Hemen elini cebine atıp, mültecilerin iskân problemlerinin çözülmesi için 25 milyon Avro verebilecek durumdaydı. Ancak, Alman sistemi devreye girip engelledi, buna izin vermedi.
Avrupa ile diyalog halindeyiz sürekli. Biz, gayriresmi yollardan Fransa ile "söz ateşkesi" bile yaptık. İlişkileri normalleştirmeye çalıştık. Ama Macron, ağzına sahip olamayıp iki defa bozdu bu anlaşmayı. Şimdi mutabakata geri döndü.
800 bin Türk var Fransa'da. Bu rakam, Macron dahil pek çok Fransız'ın dengesini bozuyor. Korkuyorlar Türkiye'nin etkisinden. Ayrıca, Macron'un en büyük siyasi rahibi ırkçı Le Pen. O yüzden de iç politik kaygılarla zaman zaman bize garip gelen çıkışlarda bulunuyor.
Bu arada ABD de Rusya'ya karşı kendisini sağlama almaya çalışıyor. Yeni ve zamanı geldiğinde Avrupa'nın ağzına bir parmak bal sürüyor.
Daha pek çok ülkeden farklı örnekler vermek de mümkün. Avrupa'da, Türkiye dahil, herkes kendi hesabının peşinde.
Türkiye diğerlerine benzemiyor. Bizim AB üyeliğimiz son derece değerli ve önemli! Ancak, Avrupalı bakış açısıyla aynı zamanda tehlikeli.
O yüzden sürekli önümüze engeller çıkıyor. Kendilerine hak olarak gördüklerini bizim için "kabahat" olarak değerlendiriyorlar. Son olarak önümüze koydukları Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, HDP'nin kapatılması davası ve İstanbul Sözleşmesi.
Zor bu konularda adım atmak. Üstelik adım atıldığını farz etsek bile, AB üyeliğinin garantisi yok.
Durum bu!..