1970’li yıllarda Türkiye adeta ikiye bölünmüştü. Ancak, “sağ” ve “sol” diye ikiye ayrılan kanatların istedikleri aslında aynıydı…
Bir taraf Amerika’ya bağımlı olmamıza tepki gösteriyor, hep aynı sloganı atıyordu:
-Bağımsız Türkiye, Bağımsız Türkiye…
Diğer kanat, Sovyet Emperyalizmi’ne tepki duyuyor, Türkiye’nin Rusya’nın peyki olmasını istemiyordu. Onlar da aynı sloganı biraz daha geliştirerek kullanıyordu:
-Ne Amerika, ne Rusya ne de Çin; her şey Türkiye için.
Sonuçta, talep aynıydı. Türkiye’nin bağımsız, bağlantısız, kendisine özgü bir politika izlemesi herkesin hayallerini süslüyordu.
Aradan yıllar geçti…
Her şey birbirine girdi. Her şey değişti. Adeta kafalara taş düştü. Yıllar önce Türkiye’nin bağlantılı politikalarını eleştirenlere bir haller oldu.
Şimdi, “Niye yalnız kaldın” dönemi başladı!
***
MİT Müsteşarı Hakan Fidan olayını da aynı çerçevede değerlendirmek mümkün! Türkiye’den rahatsız olan çevreler, Hakan Fidan üzerinden bir savaş başlatıyorlar.
Bizimkiler, “Bakın gördünüz mü” diye hemen üzerine atlıyor.
Türkiye, kendisini Batı’nın esaretinden kurtarmaya çalışıyor. Hava savunma sistemini Çin’le işbirliği yaparak geliştirmeye çalışıyor.
Geçmişte Mao hayranı olan çevreler bile şaşkın mı şaşkın, “Nasıl olur” diyerek eleştirmeye başlıyor.
Ortadoğu’da Amerika, Rusya ve Çin’den bağımsız olarak kendi oyunumuzu kurmaya çalışıyoruz. Daha düne kadar “Amerika defol” diye kendini paralayanlar bile saldırıya geçiyor:
-Türkiye yalnız kaldı.
Mısır’da darbeye ve haksızlıklara karşı çıkıyoruz. Demokrasiden yana tavır alıyoruz. Türkiye’de geçmişte yaşanan darbelerden en fazla zarar gören çevreler dahi hemen rahatsızlık belirtmeye başlıyor:
-Ama siyasilerin ve Mursi’nin hatalarını da unutmamak gerekir!
Vesaire, vesaire. Tam bir “yukarı tükürsen sakal, aşağı tükürsen bıyık” durumuyla karşı karşıyayız.
***
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte önceki gün Umman, dün de Kuveyt’teydik. Şimdi, “Ne işi var Bakan’ın oralarda. Otursun oturduğu yerde” denilirse, inanın ona da hiç şaşırmam!
Türkiye, Körfez ülkelerini bir stratejik işbirliği alanı olarak görüyormuş. Sadece Umman’da müteahhitlerimizin yürüttüğü 5,5 milyar dolarlık altyapı yatırımımız varmış. Türkiye enerjiye bağımlı bir ülkeymiş. O yüzden Körfez’e yönelik olarak özel stratejiler üretmesi gerekiyormuş. Körfez ülkeleri, aynı zamanda Ortadoğu ve Güney Afrika stratejimiz açısından da önemliymiş…
Kimin umurunda!
Çünkü, son dönemde ortaya çıkan “Otur, karışma, gitme, görüşme” anlayışı bu tür hesaplar yapmıyor. Sadece eleştiriyor.
***
Üstelik, bu garabetin yabancılar da farkında…
Geçen yıl, Kamerun Dışişleri Bakanı Türkiye’ye gelmişti. Görüşmeler yapılıp, sıra ortak basın toplantısına geldiğinde bizim basın mensupları bütün sorularını Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na yönelttiler.
Kamerun Dışişleri Bakanı sonunda dayanamadı. “Ben de konuşabilir miyim?” diyerek mikrofonu eline aldı. Kamerun’un stratejik önemini anlatmaya başladı…
Sadece Kamerun değil, son dönemde Türkiye, Afrika’ya yönelik özel stratejiler geliştiriyor. Şu anda Afrika boynuzundaki bütün ülkelerde büyükelçilik seviyesinde temsil edilen tek ülkeyiz. Eritre’den Etiyopya’ya, Cibuti’den Somali’ye kadar her yerde önemli bir zemin kazanmış durumdayız.
Tabii bu durumda “Bize ne Afrika’dan? Ne işimiz var orada?” denilebilir.
İşte o durumda bana da “pes” demek düşer!