Aradan 25-30 yıl kadar geçti. Ama yaşadıklarım dün gibi gözlerimin önünde. Adam, elinde sopa bir başkasını öldüresiye dövüyordu. Tesadüfen orada bulunan bizler de engellemeye çalışıyorduk. Resmi üniformalı bir polis ise sadece seyrediyordu. Sonunda dayanamayıp bağırdım:
-Ne duruyorsun orada? Sen de bize yardım etsene…
Ne dese beğenirsiniz? Pişkin pişkin cevap verdi:
-Aradım, ekip çağırdım.
O itiş kakış arasında tartışmadım tabii ki. “Ekip cenaze kaldırmaya mı gelecek? Öldürüyor adamı. Sen ne işe yararsın?” demedim, diyemedim. Çevredeki vatandaşlarla birlikte saldırganı durdurmaya çalıştım.
Polis ise ekip gelene kadar seyretmeye devam etti. İşte Birleşmiş Milletler de aynen böyle yapıyor! Farklı olarak “Ayıp, yapmayın, etmeyin” türünden sözler ediyor. Bir de taraflara “itidal” tavsiye ediyor.
Myanmar Hükümeti, 25 Ağustos’tan bu yana en az 2 bin 600 ev yakıldığını açıkladı. Saldırılar sırasında yüzlerce Müslüman katledildi. Üstelik, katliamlar devam ediyor…
Ne yaptı BM Genel Sekreteri Antoni Guterres? Sadece alışık olduğumuz açıklamalardan birini tekrarladı:
-Güvenlik güçlerinin uyguladığı aşırılıklardan derin endişe duyuyoruz.
Sonra da mazlumla zalimi aynı kefeye koyup, “taraflara itidal çağrısı” gönderdi. Hepimizle alay eder gibi!
***
Saldırı ve zulme uğrayan, ezilen Müslüman olunca BM hep aynı tavrı takınıyor. Önceleri sessiz kalıyor. Biraz dürterseniz de “yaşananlardan endişe duyduğunu” açıklıyor. Üstüne bir de “itidal çağrıları” yapıyor.
Bütün işi bu!
En çarpıcı örneğini 1992-1995 yılları arasında verdi. Tam üç yıl boyunca Bosna’daki Müslüman katliamını seyretti. Arada sırada yasak savma kabilinden bazı açıklamalar yaptı. Hatta fırsatını bulduğunda katliama destek bile verdi. Pek çok cinayet Barış Gücü askerlerinin gözü önünde ve desteği ile gerçekleşti.
Şimdi sakın “Ama sonunda müdahale edildi” demeyin. Biliyoruz o müdahalenin neden olduğunu. Boşnaklar silahlandılar, güçlendiler ve Sırpların Başkenti olan Banya Luka’ya doğru ilerlemeye başladılar. Bırakılsaydı, orayı alacaklardı.
İşte Batı Dünyası bunun için paniğe kapıldı. Bu yüzden apar-topar bir müdahale yapıldı. O “müdahalenin” perde arkasında Boşnak katili Sırpları, içine düştükleri zor durumdan kurtarma düşüncesi vardı.
Aynen şöyle oldu: Cam kırıldı, seyrettiler. Eve girildi, ses etmediler. İçindekiler katledildi, kıllarını kıpırdatmadılar. Bina ateşe verildi, sıcaklığında ısındılar. Operasyon bittikten sonra da gidip kapıya kilit taktılar.
***
Şaşırtıcı değil bütün bu yaşananlar. Tarih boyunca böyle olmuş, bugün de devam edip gidiyor…
Dün, bu tür saldırıları bizzat kendi elleriyle yapıyorlardı. Bugün ise maşa kullanıyorlar. En azından yapılanlar karşısında sessiz kalıyorlar. “Ayıp olmasın” diye de arada bir “vah vah, tüh tüh” gibi sesler çıkarıyorlar.
Geçmişe şöyle bir bakın: Tarih boyunca yaşanan soykırımların ve insanlık dışı uygulamaların tamamına yakını, bugün kendilerini “medeni” diye takdim edenlerin eseri. Üstelik farkındalar bunun. “Aklanmaya” çalışıyorlar. Biraz da bunun için bir “Ermeni Soykırımıdır” tutturmuş gidiyorlar. Çünkü yok, Türk’ün de İslam’ın geçmişinde böyle bir ayıp. Bilinçaltlarının zorlaması ile karayı bize sürüp, kendilerini arındırmak istiyorlar.
Ahlaksız bunlar.
***
Kendi içlerinde de bu ahlaksızlığa isyan edenler çıkıyor, zaman zaman…
Ne demişti Fransız şair, romancı ve oyun yazarı Victor Hugo:
“Paris’te bir kişi öldürülürse, bu bir cinayettir. Doğu’da 50 bin kişi boğazlanırsa, bu sadece bir meseledir.”
İşte bu kafadır yıllardır Myanmar’da sergilenen vahşete seyirci kalan. Bu zihniyettir her fırsatta Türkiye’ye saldıran ve ayar vermeye çalışan. Bugün Fransa’nın Cumhurbaşkanlığı Koltuğunda oturan Emmanuel Macron, Victor Hugo’nun ortaya koyduğu zihniyet sahiplerinin torunudur. Alman Şansolye Merkel de aynı toprağın ürünüdür. Üstelik, 43 yaşına kadar Doğu Almanya’da yaşayan Merkel’in şekillenmesinde biraz da Stalin gibi kafaların etkisi vardır.
Değişmiyorlar, değişmeyecekler ve değişmeye hiç niyetleri yok bunların. Cumhurbaşkanı Erdoğan, durup dururken “Ya tüm gücümüzle mücadele edeceğiz, ya da teslim olup başımıza geleceklere razı olacağız; ya öleceğiz, ya olacağız” demedi.
Yok ki başka çaresi!