Sonuçta hepimiz gibi O da insan. Dün, sabah kahvaltısında bir araya geldiğimiz Başbakan Ahmet Davutoğlu biraz dertleşti bizimle…
İki ayrı olaydan bahsetti, “üzüldüm” dedi.
Başbakan’ı üzen olaylar, bizim açımızdan da önemli; çünkü basında “etik” meselesi. Maalesef her gün bir yenisiyle karşılaşıyoruz. Mesleğimizin geldiği noktaya bakıp, biz de üzülüyoruz.
Yıllar, yıllar önce mesleğe ilk başladığımızda büyüklerimiz bize “haber kutsal, yorum hürdür” dediler. Haberin üzerinde oynanamayacağını, çarpıtılmayacağını, aksi halde kendimizi kapının önünde bulacağımızı öğrettiler. Ben de Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ders verirken hep bunun altını çizdim:
-Gazeteci, haberi çarpıtmadan vermek zorundadır. Muhabir, toplumu yönlendirmeye çalışan değil, bilgilendiren kişidir. Haber objektif verilir. Yazarlar da onları yorumlar.
Ama şimdi bakıyorum da durumumuz kelimenin tam anlamı ile içler açısı!
Meslek ahlakı ayaklar altında. Dört bir yanımız, “gazeteci” adı altında algı operasyonları yöneten insanlarla dolu!
Eskiden bu tür gazeteciliği yasadışı bağlantıları olan birtakım yayın organları yapardı. Şimdi alabildiğine yaygınlaştı.
* * *
Şimdi dönelim Başbakan’ı “üzen” hadiselere…
Birincisi, İzmir Kordon’da yaşanmış. Davutoğlu, yürüyüş yaparken, risk almış, “Başbakanım, başbakanım” diye bağıran bir vatandaşı yanına çağırmış; derdini dinlemiş…
O da anlatmış:
-Taşeron işçiyim, maaşım yetmiyor, sıkıntı içindeyim.
Başbakan da “Çoluk çocuğun var mı?” diye sormuş. Önüne çıkan vatandaştan onları aramasını ve konuşmak istediğini söylemiş. Taşeron işçinin cebinden çıkardığı telefonu görünce de “telefonun güzelmiş” demiş.
Daha sonra, işçinin eşiyle görüşmüş, karşılıklı güzel dileklerde bulunulmuş, vesaire vesaire…
Ertesi gün haber gazetelerde şu başlıklarla yer almış:
“Başbakan, taşeron işçinin telefonu olmasına şaşırdı.”
“Taşerona ağır hakaret.”
Şimdi sormak istiyorum:
Siz Başbakan’ın yerinde olsaydınız ne düşünürdünüz? Ya da Başbakan Davutoğlu’nun yerinde olmak ister miydiniz?
* * *
Gelelim ikinci olaya…
Başbakan Davutoğlu’na bir televizyon programında Ankara Garı önünde yaşanan terör saldırısıyla ilgili olarak, “Neden agresif bir şekilde bunların üzerine gidilemedi?” sorusu soruldu.
Başbakan da “demokratik hukuk devleti” içinde bir mücadele yürütüldüğünden bahsetti… Bir hukuk devletinde suç ya da suç emareleri ortaya çıkmadan eyleme geçilemeyeceğinin altını çizdi… “Bazı eylemcileri biliyor olsanız dahi, genellikle o kişi harekete geçmeden bir şey yapamazsınız” anlamına gelen ifadeler kullandı…
Üstelik tersi davranışların geçmişte nasıl tepkiyle karşılandığına yönelik pek çok örnek de var. Türkiye, DHKP-C’li bir ismin “canlı bomba” olarak ilan edilmesinin ardından ciddi tartışmalar yaşadı. Bunun bir insan hakları ihlali olduğuna dair tepkiler dört bir yanı sardı. Bu tavır, yurtdışında çeşitli platformlarda Türkiye’yi suçlamak için kullanıldı.
Üstelik o kişiyle ilgili “canlı bomba” tespiti doğru olmasına rağmen tepkiler doğurdu. Çünkü önceden “eylemci” olarak ilan edilen o isim, daha sonra bir intihar saldırısında polis tarafından vurularak etkisiz hale getirildi.
Başbakan da buna işaret etmek istedi.
Sen misin bunu diyen? Ertesi gün gazeteleri açtı. Davutoğlu’nun söylediklerinin tamamı bir tarafa bırakılıp, “Harekete geçmeden tutuklayamayız” ifadesi öne çıkarıldı. Adeta “Bu ülkede bombalar patladıktan sonra polis harekete geçer” gibi bir algı ortaya çıkarılmaya çalışıldı.
Benzeri çok örnek var ve bunların hiçbiri de gazetecilik faaliyeti içinde mazur gösterilebilecek davranışlar değil.
Başbakan üzülmekte de rahatsız olmakta da haklı…
Üstelik üzülen ve rahatsız olan sadece O değil. Ben ve benim gibi pek çok gazeteci de ortaya çıkan bu görüntüden rahatsız. Gazetecilik faaliyeti değil bu tavırlar!
Başbakan Davutoğlu’nun dün üzüntüsünü bizlerle paylaşması iyi oldu. Her gün başkalarına çuvaldız batırırken, iğnenin ucunu biraz da kendimize değdirmemizi sağladı!