Bütün bunlar bir anda olmadı tabi. Gürcan, teknik takibe alındı. Bir yıl boyunca izlendi. Telefon görüşmeleri dinlendi. İlişkileri görüntülendi. Yabancı elçilik mensuplarından para alırken fotoğrafları çekildi. Hakkında bir dosya oluşturuldu. Ardından da gözaltına alındı.
Kendisi de verdiği ifadede para aldığını kabul etti. Ancak, aldığı bu paraların casusluk karşılığı değil, danışmanlık ücreti olduğunu söyledi. Ankara 6. Sulh Ceza Mahkemesi ise söylediklerini inandırıcı bulmadı, hakkındaki delillerin ciddi olduğuna karar verdi. Tutuklayarak cezaevine gönderdi.
Ne yapmak lazım şimdi?
Beklemek gerekli. Çünkü gerçeklerin ne olduğuna yapılacak yargılama sonunda mahkeme karar verecek. Suçlu olduğu netleşeceği gibi, suçsuz olduğuna da hükmedilebilir.
Ama DEVA Partisi yöneticileri hiç beklemediler. Hemen harekete geçtiler. İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, mahkemenin verdiği kararı "hukuk garabeti" olarak değerlendirdi. Emniyetin yaptığı bir yıllık çalışmayı ayaklarının altına alıp çiğnedi. Casuslukla suçlanan kişiyi aklamaya çalışarak, mahkemeyi suçladı. Partinin Genel Başkanı Ali Babacan da benzer bir tavır gösterdi. Metin Gürcan'ın avukatlığına soyunup, şu açıklamayı yaptı:
"Hukuken takipteyiz. Biz, Metin Bey'e sonuna kadar destek veririz. Bildiğimiz kadarıyla, Metin Bey'in herhangi bir devlet sırrında gizli belgeye erişme hakkı yok. Çünkü devlette çalışmıyor."
İfadeye bakın: Bildiğimiz kadarıyla!
Peki ya bilmiyorsanız? Gizli yapılan soruşturmadaki bilgelere ulaşamamışsanız?
O yüzden böyle bir açıklama olmaz. Ama siyasi bağnazlık ve kendi partilisini savunma refleksi ağır geldi, bu açıklamalar yapıldı.
Kimse kusura bakmasın, ama bu yapılan açıklamaların hiçbir değeri yok. Olsa olsa, "parti taassubu" ve "partili dayanışması" adı verilir.
Maalesef son derece de yaygın. Bir başka örneğini İyi Partili Lütfü Türkkan olayında gördük. Sergilediği rezilliği gölgelemek ve unutturmak için elden gelen yapıldı.
Üstelik bu tavırlar bir gelenek haline geldi. Siyasi partilerimiz, yoldaşlarının her türlü kötü, karşıtlarının da her türlü iyi tarafına karşı kör bir tavır sergiler oldu.
Bütün bunların sonucunda siyaset dediğimiz müessese zarar gördü ve görmeye de devam ediyor. Siyasetçi, kendi ağırlığını yok eder ve itibarını alabildiğine zedeler bir hale geldi.
Kurtulmak lazım bu hastalıklı halden...
Baksanıza, insanlarımız siyasi partilere tribünlerde at yarışı izler gibi bakıyorlar. Tuttukları atı elleri patlayıncaya kadar alkışlarken, diğerleri öne geçtiğinde adeta kahroluyorlar.
Hatta daha da ilerisi, at var, jokey yok; ya da jokey var, at yok misali garip bir durumla karşı karşıyayız.
Millet ittifakı, "hemen seçim" diye bağırıyor. Ama seçimde halkın karşısına çıkaracakları aday bile belli değil. Garip, ama bazı gruplar o bilinmeyen ve meçhul olan adayı alkışlamakta bile mahzur görmüyorlar.
Binmişler bir alamete, hep birlikte gidiyorlar kıyamete...