Vay, vay, vay, Türkiye’de neler oluyormuş da haberimiz yokmuş. Ağlayanlar mı ararsın, “basın özgürlüğü elden gidiyor” diye bağıranlar mı, yoksa Rekabet Kurulu’nu göreve çağıranlar mı? Hepsi mevcut.
Neymiş, Aydın Doğan, sahip olduğu medya kuruluşlarını Demirören Grubu’na satıyormuş. Bu durum, basında tekelleşmeye yol açacakmış. Yasalara aykırıymış. Çok vahim sonuçlar doğuracakmış. Vesaire, vesaire…
İyi güzel de bu ülkede “basın karteli” deyince, benim aklıma ilk Aydın Doğan gelir. Hem de son derece acımasız, vicdansız, baskıcı bir tekel oluşturmuştur Aydın Doğan. Hadi kalksın birisi de “Hayır öyle değil, yanılıyorsun” desin.
Diyemez, çünkü gerçekler belgeleri ile ortada. Ben de bizzat acılarını yaşayanlardan biriyim bunun. O yüzden “Basın özgürlüğü, tekel, mekel” diye ortaya dökülenlere “Hadi oradan” demek geliyor içimden. Herkes kendine gelsin. Kimse kimseyi aptal yerine koymasın.
***
Yeni yetmelerden, zıpçıktılardan, tepeden paraşütle inenlerden değil, bu mahallenin eskilerinden biriyim ben. Neler yaşadım, neler…
1996 Yılı idi. Akşam Gazetesi’nin tirajı milyona doğru yükseliyordu. Bu durum da başta Aydın Doğan’ı rahatsız ediyordu. Çünkü, karşısına yeni bir rakip çıkıyor, oluşturduğu Basın Tekeli yıkılıyordu.
Ne yaptı biliyor musunuz?..
Bir gece Akşam, Güneş ve Önce Vatan gazetelerinin balyalarını dağıtım kamyonlarından aşağı atıldı. Çünkü, basında olduğu gibi dağıtımda da bir tekel vardı, Birleşik Dağıtım, Aydın Doğan’ın güdümündeydi.
Ne sözleşme dinledi, ne kanun. “Sizin gazetelerinizi dağıtmıyorum” dedi ve bitti! Basın özgürlüğü elden gidiyormuş, tekelleşmeye ilişkin yasalar ayaklar altına alınıyormuş, binlerce basın emekçisi işsiz kalacakmış, ne gam! Aydın Bey, oluşturduğu basın tekelinin çıkarlarını, bunların hepsinin üzerinde görüyordu!
***
Sendeledik tabii ki, ama düşmedik. Teslim olmadık, direndik…
Basındaki dağıtım tekeline karşı büyük bir mücadeleye giriştik. Gazeteciliği bıraktık, gazete satıcılığına soyunduk. Gazete balyalarını sırtımıza vurduk, sokaklara çıktık, gazetemizi kendimiz sattık.
Rahmetli Tayyar Şafak sokaktaydı. Rahmetli Vehbi Dinçcan sırtında gazete taşıdı. Sekreterim Sema Er, günlük mesaisini sokaklarda yaptı. Şimdi aklıma gelen isimlerden Ahmet Baydar, Ömür Üzelce, Murat Öztek, Müyesser Yıldız gibi muhabir arkadaşlarım, sokaklarda gazete satarak, basın özgürlüğü mücadelesi verdi.
Ama gazetemizi kendimizin satması bile engellendi. Acımasızca boğulmaya çalışıldık. Belediyeler kullanıldı, zabıtalar üzerimize salındı. En çok da bugün “basın özgürlüğü” diye bağıran CHP’li belediyelerle boğuştuk. Gazetelerimiz elimizden alındı, cezalar yazıldı.
***
İsteyen gitsin, TESK Başkanı Bendevi Palandöken’e sorsun. O günlerde Bakkallar ve Bayiler Federasyonu Başkanıydı. Gazete bayileri önümüze set çekince, gidip ondan, bakkallardan destek istedik.
Adaletsizliği ve yaşadığımız sıkıntıları gören Başbakan Necmettin Erbakan, basın tekelini kırmak için TBMM’de bir kanun çıkarmak istedi. Şimdi isimlerini yazmamayım, ama başta Ertuğrul Özkök olmak üzere Aydın Doğan’ın bütün ağır topları TBMM’de karargâh kurdu. Aydın Bey, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ı yanına çekti. Erbakan’ın ortağı Tansu Çiller, baskı altına alındı. RP’nin yanı sıra TBMM’nin milliyetçi-muhafazakâr milletvekillerinden Sadi Somuncuoğlu, rahmetli Ayvaz Gökdemir ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi isimlerin verdikleri destek ve mücadele ile o kanun çıkarılabildi.
Yetti mi, yetmedi; hukuksuzluklar ve baskılar devam etti. Aydın Doğan’ın yönlendirdiği BİR-YAY isimli dağıtım tekelinin elemanları, gazete bayilerine tek tek giderek baskı yaptılar. Yapılan kanuni düzenlemeye rağmen, “Akşam Grubu’na ait hiçbir gazeteyi satmayacaksınız” dediler. İnsanları ekmekleri ile tehdit ettiler.
Bizzat yaşadık biz bunları, hepsi kamuoyunun önünde gerçekleşti. Unutmadık, Akşam okuyucuları da unutmadı. Dün o dönemin gazetelerine şöyle bir baktım. Rahmetle Erbakan’ın “Basın, dağıtımın kölesi olmuş” açıklamaları ile karşılaştım. Neler yaşamışız, neler!..
***
Dedim ya, kimse kimseyi kandırmasın. Biz kırk kişiyiz ve kırkımız da birbirimizi biliriz. Bakın, Aydın Bey’in o sahip olduğu basın tekelinin gücünü kullanarak gerçekleştirdiği DIŞBANK Operasyonu’nu, POAŞ’ı nasıl satın aldığını ve bire aldıklarını nasıl üçe sattığını filan yazmıyorum. Sadece basın özgürlüğü açısından yaşadığımız kapkara bir dönemi size hatırlatıyorum. Bugün “ah, vah” edip, basın özgürlüğü nutukları atanlara da “hadi oradan” diyorum.