Başından beri söylüyorum. Üzerine basa basa hep aynı noktaya dikkati çekmeye çalışıyorum. Ortaya çıkan gelişme için de “küresel eşkıyalık” ifadesini kullanıyorum.
1)Amerika, kendi başına ve kendi menfaatleri doğrultusunda aldığı bir kararı Türkiye’ye dayatamaz. 2)Türk vatandaşlarını Türkiye’deki faaliyetlerinden dolayı yargılayamaz. 3)Böyle bir durum, Türkiye’nin egemenlik haklarına açık bir saldırıdır.
Çünkü…
Amerika, dünyanın kural koyucusu ve efendisi değildir. Türkiye ya da başka bir ülkeye eyaleti gibi davranamaz. Kendi kurallarını dayatamaz, baskı yapamaz.
“Sarraf Davası” diye başlayan, daha sonra Türkiye’ye yönelik bir saldırıya dönüşen gelişmelere böyle bakmak lazım.
Oluşturulan mahkemedeki hâkim ve savcıların Türkiye karşıtı olması, FETÖ ile işbirliği yapılması, FETÖ’ye yakın isimlerin “bilirkişi” olarak seçilmesi gibi gelişmelerin tamamı ayrıntı. Bunları bırakıp, öze yönelmeliyiz.
Olayın özü, ABD’nin gerçekleştirdiği küresel bir eşkıyalıktır! İşin esasında hukuk ve hakkaniyet yok ki, ayrıntılarda adalet aransın!
***
A veya B ülkesinin ya da “büyük” dediğimiz pek çok ülkenin durumu kabullenip teslim olması da gerçekleri değiştirmez.
Amerika, kendi menfaatleri doğrultusunda bir kural koymuştur ve ben buna uymak zorunda değilim. Benim de menfaatlerim var. Bunları bir kenara atıp, Amerikan çıkarları için çalışmak gibi bir mecburiyetim yok benim.
Meseleye böyle yaklaşmak lazım. Milletlerarası hukuk da zaten böyle diyor.
Aksi bir tutum, egemenliğin devri, bağımsızlığın terki anlamına gelir. Manda ve himayeyi kabul etmektir, zillettir.
Çünkü, ortada Birleşmiş Milletlerin aldığı bir karar yok. Sadece ABD’nin milletlerarası hukuka aykırı dayatmaları var. Bunlar ise Türkiye’yi de, bir başka ülkeyi de bağlamaz.
Üstelik, o karar da zaten delik deşik. ABD isterse deliyor, İran’a Boeing uçaklar satıyor. Amerikan bankalarının son 10 yılda 20 milyar doları bulan 25 bin işlem gerçekleştirdiği de herkesin malumu. Biz, “Sarraf ne dedi” diye tartışaduralım, Almanya ve Fransa, İran’da hızlı tren ve metro inşaatlarını yapıp, 3 milyar doları ceplerine koydu.
Demem o ki…
Ortada milletlerarası hukuka aykırı olarak alınan bir karar var. Üstelik, o karar da herkese farklı uygulanıyor.
***
Türkiye, bu noktada konuyu BM’ye götürmemeyi tartışıyor…
Götürürse eğer, bu tamamen hukuka uygun ve son derece onurlu bir çıkış olacak. Hiç abartmıyorum, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’ndaki bağımsızlık mücadelemize bir yenisi eklenecek. Dünyanın pek çok ülkesinin çaresiz ve sessizce izlediği haksızlığa karşı sesini yükselten bir ülke olacağız. Bu ülkede yıllarca “Bağımsız Türkiye” diye bağıranların, ama bu yönde tek bir adım bile atamayanların hayallerini gerçekleştireceğiz. Amerika’ya “Sen kimsin?” diyeceğiz:
-Sen kimsin de bize ve dünyanın diğer ülkelerine kendi menfaatlerini dayatıyorsun?
Şimdi hemen birileri “BM’nin yapısı ortada, iplerin kimin elinde olduğu belli; oradan adaletli bir karar çıkmasını mı bekliyorsun” demesin.
Mesele o değil ki, mesele bizim de menfaatlerimizi vuran küresel bir haksızlığa teslim olmamak. Üstelik, dünyanın yeniden şekillendiği bir dönemde, çakılan bu kıvılcımın büyük bir ateşe dönüşme ihtimali de var.
Gerçek anlamda bağımsız bir ülke olmanın kaçınılmaz gereğidir bu!
***
Üstelik, millet de “artık yeter” diyor. Baksanıza, Türkiye’deki “hayır” cephesi sırf bu yüzden çatırdamaya başladı. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü teslimiyetçi ve Amerikancı politikalara sert tepkiler var…
SP Genel Başkanı Karamollaoğlu, Kılıçdaroğlu’nun yanında değil, Türkiye’nin safında yer aldı. Vatan Partisi Genel Sekreteri Reyhan, CHP’nin gayri milli tutumuna sert eleştiriler yöneltti.
Çatlak sesler dikkate alınmazsa, bu millet de Türkiye’nin hakkını ve hukukunu savunmasını, “yeter artık” denmesini istiyor.