Yazar Margaret Mazzantini'nin aynı adlı kitabından yola çıkan kocası Sergio Castellitto'nun senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı bir film, 'Don't Move-Sakın Kımıldama'... 14 Şubat'ta seyrettim ve aşklarla evliliklerin üzerinden tekrar tekrar geçmek gerektiğini düşündüm. Temize çekme fırsatı yoksa tabii, çünkü aşk her şeyi affetmiyor...
Kitabı yazana mı, filmi yapana mı yoksa filmin başrolünde döktüren Penelope Cruz'a daha fazla mı hayran olmak lazım, bilemedim. Kadınlara, erkeklere ve ilişkilere daha derin, derin olmasa da daha farklı bakmanızı sağlayacak çok cesur bir öykü. Üst sınıftan, çok güzel, seksi ve akıllı bir karısı olan bir cerrahın, çirkin, sevimsiz, eğitimsiz bir kadına duyduğu tutkuyu anlatıyor. İçinde sevgi olan bir evlilikle, aşk dolu bir ilişkinin farkı ya da ortak noktası var mıdır?
Penelope Cruz, ayrık dişleri, çarpık ve cılız bacakları olan, pasaklı, erkeklerin dönüp de bakmayacakları bir kadını canlandırıyor ama ne ustalıkla. Karakterin adı 'İtalya', öyle ki filmi seyreden veya romanı okuyan hiç kimse artık bir ülkeyi hatırlamayacak Penelope'nin performansından sonra.
İtalya, ne acıklı bir hikayesi olan, ne zavallı bir kadın... Pahalı bir topuklu ayakkabıyla yürümekte zorlanan ve sevgiyi aradıkça dibe vuran bir kadın...
Beyaz keten perdeleri rüzgarda ahenkle savrulan, deniz kenarında nefis bir evi, işi, kariyeri olan bir erkek öyle bir kadına bakmaz, diyorsunuz; fena halde yanılıyorsunuz.
Çünkü bu müthiş hikaye işte bu 'olmaz' aşkı anlatıyor. Aşk sınıf farkı, toplumsal değer dinlemiyor; aciz olanı, zayıf olanı yakıp geçiyor.
EY AŞK NEREDESİN ŞİMDİ?
Orta yaşlı cerrah, kızının geçirdiği kaza sonrası ameliyathane kapısında beklerken geçmişiyle yüzleşmeye başlar. Bir nevi günah çıkarmakta ve kızının iyileşmesi için dua etmektedir. İçkili bir anında zorla sahip olduğu 'gariban'a aşık olmuştur, evliliğinin ilk yıllarında. Zorla sahip olunan kadınla fantezilerinin peşinde koşarken duvara toslayan adam arasında yaşananlar, gerçek olarak algıladıklarımızdan çok daha hakikidir.
Kendine hayır diyemeyen kadını fahişe yerine koyar doktor ve bir süre sonra verdiği paraların asla harcanmadığını gördüğü sahne işte tam bu açıdan çok vurucudur. İtalya, adamı sevmektedir ve hamile kalır. Doktor, gidip karısına her şeyi anlatacak ve İtalya'ya kavuşacaktır. Herkes bilir bunu başaramayacağını, İtalya hariç.
Ancak evliliğin ilk yıllarında çocuk fikrinden hoşlanmayan karısı da hamile kalmıştır. Doktor seçimini yapar. İtalya'yı harcar.
Filmi ya da hikayeyi sonuna kadar anlatmak istemem zira okumak/izlemek isteyenler olacaktır.
Ağır, boğazda düğümlenen gözyaşlarının kontrol edilemediği bir filmdi, Sevgililer Günü'nde de gayet iyi geldi! Aşk tehlikeli bir oyundur, 'sevgi' bilmeyenin elinde pimi çekilmiş bir bombadır ve tüm bunları yaşamayı bilmeyen onu berbat bir hayata da dönüştürebilir.
Hikayedeki her iki kadın karakter de çok güçlü, İtalya kadar cerrahın karısı da müthiş. Asla soru sormuyor kocasına, bekliyor. 'Suskunluk' bir nevi suç ortaklığı, 'sessizlik' bir meydan okuma... O şanslı, güzel, eğitimli kadın ve elbette kazanan taraf. Tıpkı gerçek hayattaki gibi ancak gişe garantili B sınıfı filmlerde zavallılar kazanmıyor mu?
Gerçek hayatta suç ortaklığına katlanamayan kadın bağırıp çağırıyor, erkekten şüpheleniyorsa dillendiriyor. Suça asla ortak olmuyor ancak ilginçtir cezayı çeken taraf oluyor.
BECEREMEYEN åŞIK OLMASIN
'Sakın Kımıldama' işte tam bu yüzden 'bambaşka' bir mesaj veriyor kadınlara. Elbette erkeklerin kendilerinden güçsüz ve söz geçirebildikleri kadınlara duydukları hayranlıkla, kendilerini tanrılaştırdıkları yalan dünyalarına şahit olmak; filmde okunan ilk ciddi mesaj. Bambaşka mesajsa, erkeklerin güzel, akıllı, eğitimli ve yalanla kafalayamayacakları kadınlarını aldatmaktan başka şansları olmadığı.
Çünkü onlar ellerindeki kadını şans olarak değil, bir rakip olarak görüyorlar.
Eh bir rakiple de yatağa girmek ve başarılı olmaya çalışmak zor olsa gerek; kolay yoldan rahatlamak ve zahmete girmemek varken...
Son söz olarak filmin bizim yüzyıla ait bir 'Sindirella' hikayesi olduğunu söylemeliyim; topuklu ayakkabının geride kalan teki aykırı ve yitik prensesin yeni hayatının başlangıcı olmuyor ne yazık... Dedim ya, tıpkı gerçek hayattaki gibi...
Bu arada filmin 2004 yılı yapımı olduğunu eklemeliyim, DVD'sini bulabilirsiniz. Kitap da Can Yayınları'ndan çıkmıştı.