Kadın iş güç derdinde olmayan, havalı, sürekli ünlü erkeklerle çıkan, gezen dolaşan biri. Kimilerine göre bir ‘playgirl’ kimilerince gününü gün eden çapkın ve zevk düşkünü bir hatun...
Magazin sayfalarında yanında ünlü erkek sevgilileriyle fotoğrafları çıkıyor, popüler mekanlara gitmekten keyif alıyor ancak kameralara ve gazetecilere karşı pek sıcak değil... Kadın belli ki sporunu yapıyor, güzel giyiniyor, zayıf, bakımlı, iyi arabalara binen biri, ilgi çekiyor. Nedense sadece ünlü erkeklerle görüntüleniyor. Birkaç ay sürmüyor ilişkileri, ünlü erkeklerle olunca haliyle çevreleri magazin muhabiri kaynıyor. Ünlü sevgili, sorulara cevap vermeye çalışıyor, kızarıyor, bozarıyor, bizim kadın oralı bile değil. Ne evlilikle alakalı soruları duyuyor ne de ilişkinin gidişatı hakkındakileri... Hooopp bitiveriyor müthiş aşk!
Bir başka genç ve yakışıklı erkekle daha ortaya çıkması uzun sürmüyor. Eski sevgili unutuluyor. Kadın ne yapsın güzel, bakımlı, zengin, havalı, dedik ya keyfine pek düşkün... Ee çapkınlık kadının doğasında var, belli ki tam anlamıyla gönlünü çalan biri olmuyor...
Derken ünü yurtdışına taşan bir oyuncuyla sevgili oluyor bizim kadın. Elele görüntülenmeler, seyahatler... Oyuncu oğlumuz biraz kilolu gibi, kadın bastırıyor, “Derhal kilo vereceksin”, gözü başka zayıf erkeklere kaymasın diye bizimki diyet yapıyor. Birbirlerine alışmaya başladıkça kadın söylenmeye başlıyor, gözü başkalarına ilişiyor...
Bir de bakıyoruz erkek oyuncu üne, paraya ve başarıya kavuştuğu mesleğini bırakmış ve ülke dışına çıkmış. Öğreniyoruz ki, adam hamile... Kadın istifini bozmuyor, “Gereken yapılacaktır” diyor...
Berbat ve mide bulandırıcı bir hikaye değil mi, biz buna ve benzerlerine yıllardır tahammül ediyoruz ama...
BİR MELEK TANIDIM VE CENNETE UĞURLADIM
Bir süredir köşem kapalıydı, son yazım 5 Temmuz’da yayınlandı AKŞAM Cumartesi ekinde. Son derece kişisel sebeplerle yazmamaya karar vermiştim, okuyucuya veda etmeden çektim gittim. Sağ olsun, gazetemizin yeni yüzünde eski beni görmek istedi yöneticilerimiz.
Bir sıkıntı, tarifsiz bir yürek çarpıntısıydı sebep. Bir yerlere sığamamak, herkesin, her cümlenin üzerime geldiği bir dönemdi. “Yazmayacağım” deyince canım abim Hıncal Uluç fena kızdı bana, “Ne demek o öyle” dedi, “Hiç hakkın yok, okuyucuyla ilişkiyi sen başlattın. Beklentilere sebep oldun, bir şey olmamış gibi çekip gidemezsin”. Hıncal’ımız böyle tepki verince durup dinlemek lazımdı, durdum ben de, ara verdim yazılara geri dönmek üzere...
Angina Pektoris, Nazım Hikmet şiiridir, kalp sızısı, yürek daralmasıdır tıp dilinde, yıllar önce öğrenmiştim anlamını. Geçtiğimiz ay, ben buralarda değilken bir tıp terimi daha öğrendim; ‘pontine glioma’…
Uzun bir ‘bir buçuk ay’ oldu benim cephede. Hem hayata, hem AKŞAM’a dönüş hikâyemi anlatacağım Hıncal’ıma söz verdiğim üzere.
Kardeşimin bir bebeği daha olunca havalara uçtuk sevinçten. Doğdu ve ağlamadı, nefes alamadı, yutkunamadı. Koca koca profesörler baktılar, incelediler. Asiya, minnacık bedeniyle MR’a girdi, çıktı, girdi, çıktı…
Kardeşim ve karısı dualarla bekliyordu bebeklerinin başucunda, küvezde öylece yatıyordu… O iki kelimeyi duyduk sonra, ‘pontine glioma’. Bir beyin tümörüydü; daha çok çocuklarda oluyordu, doğuştan pontine glioma’sı olan ve tıp literatürüne geçen üçüncü bebekti Asiya… Hayat durdu o sıra bizim için, bebek gözlerini açtı; mavi mavi baktı annesine, sanki gülümsedi; doktorlar “Yapacak bir şey yok” dedi.
Kardeşim ve karısı için hayat durdu. Dünya dönmeye devam ediyordu oysa, tüm haşmetiyle. Biz bir minik kalbi yaşatmak derdindeydik…
AKŞAM’a ve hayata dönmeden evvel bir bebek yıkadım, San Diego’da bir cenaze evinde.
Bebeğimiz 9 gün yaşadı, bebeğini yıkayan ve kefene saran bir anne-babaya kol-kanat oldum; gözyaşları oldum, aktım gittim.
Yüzüne su gelince uyanacak gibiydi, öyle güzel, öyle zarif, öyle minik.
Sizin yanınızda değilken, bir melek tanıdım.
Bir melek yıkadım, kefene sardım dualarla…
Bir meleği cennete uğurladım.
Gerçek acı nedir gördüm, bir anne ve babanın çaresizliğinde.
Bir bebeğin cenazesindeydim.
San Diego’da görkemli bir mezarlıkta Müslümanlar için ayrılmış bölüme gömülmeden az önce namazı kılınırken, kardeşimin yanındaydım...
Bir bebek yıkadım kendi günahlarımla…
Sonra size geri döndüm…
HAFTALIK...HAFTALIK...HAFTALIK...
- Şarkıcı Taylor Swift’in konserinde “Taylor, şeytanla birlikte” yazılı pankart açan bir adam tutuklanmış. Taylor ise “Tamam birlikteydik ama iki ay önce ayrıldık” demiş. Seviyorum komplekssiz Taylor’cığımı…
- Yeşilköy Çarşamba Pazarı’na gittim geçen hafta, özellikle takılar harikaydı. Bir AVM’den dünya kadar para verip aldığım taşlı, tuşlu, yılanbaşlı, şahin bakışlı bileziğin 20 lira olduğunu görünce yıkıldım. Onu da satın aldım ve evdekinden daha güzel olduğunu görüp bir daha yıkıldım.
- Oyuncu Leah Remini, Scientology tarikatından ayrıldığını açıklamıştı geçen ay. Hızla reyting kaybediyor kimilerinin “sözde tarikat” dediği oluşum. Remini, kalbimi bir daha fethetti, yıllar önce ‘The King Of Queens’ dizisiyle yeteneğine hayran kalmıştım zaten.
- Köpek sahibi olurken de ‘marka’ bağımlısıyız, illa ‘cins’ bir köpek sahibi olunacak öyle mi? Öyle değil işte. ABD’de, Hollywood starları dâhil herkes barınaklardan köpek alıyor, kimse cins veya yavru köpek peşinde değil. Aktör Orlando Bloom köpeğiyle dolaşırken soru soran gazetecilere, “O beni seçti” demiş. Barınaklardan köpek edinin ne olur…
Son bir şey…
Bir hayalim var, diye başlayan bir cümle kurmayalı uzun zaman oldu…