En sevdiğim oyunlardan biridir, ‘Tarla Kuşuydu Juliet’; Ephraim Kishon malum karakterleri öldürmemiş ve yaşamaları halinde başlarına gelecekleri nefis bir dille yazmıştı. Defalarca sahnelendi ülkemizde, Hıncal Uluç’a göre en başarılı versiyonu 1976’da Cüneyt Gökçer’in sahnelediği; Ayten Gökçer ile Kerim Afşar’ın oynadığıdır. ‘Romeo ve Juliet ölmese ve hatta evlense, neler yaşanır; o romantik deli âşıklar, nasıl sıkıcı ve dırdı rcı bir çift haline gelir’i anlatır oyun.
Çocukluğumdan bu yana, masalların sonlarıyla ilgilendim ve ilginç bir şekilde başka sonlar uydurmaya başladım. Mutlu biten hikâyeler acaba nasıl de vam ederdi? Kafa yorduğum kısım buydu işte. İlla dramatik ve acıklı bir son peşinde de değildim. Prens, hikâyede Pamuk Prenses’i öper ve hayata döndürür, atar atının arkasına ve saraya giderler! Ee, sonra?
KORKUSUZ KARDEŞLER
Ya Pamuk Prenses, sarayı sevmezse, ya prensle anlaşamazlarsa? Ya aradan zaman geçer ve Pamuk Prenses, sarayın bahçıvanına âşık olursa? Ya prens ölürse? Mutlu olduklarını var sayalım, ya çocukları olmazsa? Ya çocuklar tam bir ‘baş belası’ olursa? Ya kızları olur ve evden kaçarsa, kötü yollara düşerse, ya oğulları ‘gay’ olursa? Yemin ediyorum uyuyacak yerde, uykum kaçardı masalların sonunu getirmeye çalışmaktan, yorgun düşerdim sabaha kadar. Annem ben henüz 5-6 yaşındayken “Amma uydurukçu bir çocuk, herhalde gazeteci veya yazar olacak” teşhisi koymuş mübarek bir insandır.
Bu hafta gösterime giren bir film var, ‘Hansel ve Gretel-Cadı Avcıları’. Geçtiğimiz hafta fragmanını seyredince mutlu oldum, heyecanlandım ve mutlaka izlemeye karar verdim filmi. Pek inandırıcı bir sonu yoktur masalın, aslına bakarsanız masal da pek bir şeye benzemez. Çocuklara okutulmasını onaylamadığım kitaplardan biri hatta. Teatral bir tonla okuduğunuzda minik yavrunuz gözyaşlarına boğulabilir.
Masalın birkaç versiyonu var, hatırımda kalan entrikacı bir üvey anne, basiretsiz bir baba, salak bir cadı ve birbirlerine bağlı ve müthiş zeki, korkusuz iki kardeş! Örnekle anlatayım ve hafızanızı tazeleyeyim, siz de tiksinin kitaptan; “Durumumuz kötü, al bu çocukları ormana bırak, ölsünler” diyen üvey anne; “Tamam” diyerek çocukları ormana bırakan ‘öz’ baba; durumu çaksalar da her şeye rağmen geri dönebilmek için yola ekmek kırıntısı serpen, ancak kuşlar yediği için bunu başaramayan iki kardeş; şişman çocukları yiyen ve gözleri görmeyen yaşlı cadı! Elbette nasıl yapıldığını öğrenemeyeceğimiz ve hiç bayatlamayan pasta ev!
Nasıl, hafızanızda canlanmaya başladı değil mi? Bizim zamanımızda çocuklar salaktı ve her okunana inanırdı ama şimdiki veletlere nasıl anlatacaksınız bu masalı? Arkadaşımın kızı Elif Bilge, 2 yaşında ve güneş sistemiyle ilgileniyor, gezegenleri tanıyor; bir başka arkadaşımın oğlu 2,5 yaşında ve denizde yaşayan bütün canlıları sayabiliyor; yeğenim Ömer 2,5 yaşında ve 200 kadar kelimeyi iki dilde okuyabiliyor! Bu çocukları değil masalla, pasta evle; pek bir şeyle kandıramazsınız! Onlar biliyorlar, bilerek geldiler; tutup da Bilge’ye “Pastadan evi gören Hansel ve Gretel evi yemeye başladılar” desem, “Nasıl bir pasta, evden pasta olur mu, ekmek kırıntıları yiyen kuşlar nasıl olur da pasta evi didiklemezler” falan diye sorar rahatlıkla!
Gelelim filme; ‘Hansel ve Gretel-Cadı Avcıları’nda bizim iki kardeşin aklı başına gelmiş, sıkı birer avcı olmuşlar. Yaşlı ve bunak cadıların oyunlarına gelmiyorlar, “Yola ekmek kıyıntısı seypelim de eve dönelim kayydeşim” gibi saçmalıkları aşmışlar. Masaldaki gibi kalsalar zaten film olmazdı, iki bastı bacaktan cadı avcısı mı olur canım! Gretel evlenir, şişmanlar ve çoluk çocuğa karışırdı muhtemelen; Hansel de babası gibi kılıbık bir adam olur, hayat boyu ezilirdi. Yaşasın yeni Hansel ve cadıların kökünü kazıyan Gretel!
Haftalık...